Gaziantep, sokaklarında dolaşırken adeta zamanın içinde yolculuk yaptığınız bir şehirdir.
Anadolu'nun ilk yerleşim merkezlerinden biri olan Mezopotamya ile Akdeniz Bölgesi'nin kesişme noktasında yer alan, tarihin her döneminde önemini koruyan ve geçirdiği evreler içinde 20'den fazla medeniyete ev sahipliği yapan Gaziantep, farklı uygarlıkların, kültürlerin ve dinlerin bir araya gelerek birbirleri içinde sentezlendiği bir tarihe sahiptir.
Her köşesinde geçmişin izlerini hissetmek mümkün. Sanki taşlar, eski medeniyetlerin seslerini fısıldıyor.
Hititlerin sabah dualarını, Roma’nın ihtişamını, Osmanlı’nın zarafetini anlatıyor. Her adımda tarih katmanları arasında geziniyorsunuz; bir yanda İpek Yolu’nun tüccarları, bir yanda eski zanaatkârların izleri… Bu şehir sadece bir yer değil, adeta yaşayan bir tarih müzesi.
Gaziantep’i özel kılan sadece antik yollarla şekillenmiş olması değil, bu yolların taşıdığı zenginlikleri kültürüne işleyebilmiş olmasıdır. İpek Yolu’ndan geçen kervanların ayak seslerini hayal edin. İran’dan gelen baharatlar, Hindistan’dan taşınan kumaşlar, Akdeniz kıyılarından yükselen haberler…
Bu yollar sadece mal değil, hikâyeler, şarkılar ve dostluklar taşırdı. Tüccarların tartışan seslerini, kahkahalarını, umutlarını düşünün. Bu ticaret yolları Gaziantep’i sadece bir geçiş noktasına değil, aynı zamanda bir kültür mozaiğine dönüştürdü.
Baharatların büyülü kokusu, şehrin havasını değiştiren bir melodi gibiydi. Tarçın, karanfil, muskat… Her biri, mutfakların kimyasını yeniden yazdı. Gaziantep bu zenginlikleri bir usta dokumacı gibi işledi; baharatları, hikâyeleri, dilleri ve gelenekleri birbirine katarak benzersiz bir şehir dokusu yarattı. Bugün bu doku, UNESCO tarafından ‘Yaratıcı gastronomi şehri’ olarak tanınmışsa, bu bir tesadüf değil, geçmişin ince işçiliğinin bir armağanıdır.
''DÜNYA BİR EV OLSAYDI MUTFAĞI GAZİANTEP OLURDU''
Yemeklere gelince… Evliya Çelebi'nin seyahatnamesinde 'Şehr-i Ayıntab-ı Cihan' (Dünyanın göz bebeği şehir) olarak nitelendirdiği, dünyada şehrinin ismiyle anılan tek mutfağa sahip Gaziantep'te, kentin ismiyle anılan Gaziantep mutfağı, yüzyılların emeğiyle yoğrulmuş bir sanat eseri gibidir.
Hititlerin sabah fırınlarında pişen ekmeklerin kokusunu hayal edin. Buğday ve ateşin birleştirdiği o basit ama derin bağ… Persler geldiğinde baharat hazinelerini beraberlerinde getirdi; kişniş, dereotu ve kimyon tanıdık tariflere yepyeni bir boyut kazandırdı. Roma ve Helenistik dönemlerin zeytinyağları, yemeklerin ruhunu zenginleştirdi. Bizans’ın karmaşık sosları, sıradan bir öğünü unutulmaz bir ziyafete dönüştürdü.
Bugün Gaziantep mutfağı, nesilden nesile aktarılan tekniklerin, farklı kültürlerden gelen lezzetlerin ve titizlikle mükemmelleştirilen tariflerin bir yansımasıdır. Her baharat, her tarif başka bir hikâye anlatır. Antep mutfağı, geçmişten gelen bir mirası alıp onu geleceğe taşırken, aynı zamanda her dönemin bir diğerini zenginleştirdiği bir sofra gibidir.
Bir arpa ekmeği kokusuyla başlayan bu yolculuk, bugün baklavanın incecik katmanlarında ve kebapların isli lezzetinde devam ediyor. Bu lezzetler, sadece yemek değil, aynı zamanda bir aşk mektubu; tarihe, kültüre ve insanlığa yazılmış bir şiir. Gaziantep’in yemekleri, insanın kalbine dokunan bir sanat ve her bir lokma, bu kadim şehrin ruhunu hissettiriyor.
Gaziantep, geçmişle geleceğin dans ettiği, her adımda insanlık tarihinin izlerini taşıyan eşsiz bir şehir. Sadece bir yer değil, bir hikaye. Ve bu hikaye, bir kaşık çorbada, bir dilim baklavada, bir kervanın gölgesinde ya da bir çarşının yankılarında her gün yeniden yazılıyor.