Sanatsız bırakılmış veya sanattan uzak kalmış toplumlar, geri kalmış toplumlardır, bu net yani.
Işıksız, sevinçsiz, umutsuz hatta sevgisiz toplumlardan ibarettirler aynı zamanda.
Ne kadar düşündürücü, ne kadar gri ve ne kadar iç karartıcı bir tablo değil mi?
Malumunuz zor bir süreçten geçiyoruz toplum olarak ve her birimiz pandemi sürecinde adeta zor nefes aldık, alıyoruz.
Maddi ve manevi anlamda güçlükler yaşadık ve halen daha da yaşıyoruz.
Bir çok meslek grubunda olduğu gibi sanat ve sanat icra etmek isteyen meslek gruplarında da azımsanamayacak kadar büyük bir kitle var hiç şüphesiz.
Belki de en zor sınavı onlar
verdiler ve vermeye de devam ediyorlar.
Bu kısıtlama ve yasaklar döneminde kolay değil tam iki yıl ayakta kalma mücadelesi verdiler, vermeye de devam ediyorlar. Görmezden gelinse de böyle bir gerçek var ve onlar son derece kırılgan, son derece naif insanlar.
Zaten sanatın kendisi ince ruhlu değil mi?
Hal böyle olunca bu süreçte beklemeyi ve sessiz kalmayı, bu sıkıntılı dönemi kendi içlerinde halletmeyi ilke edinirler; dertlerini, sorunlarını açığa vuramazlar, kendi yağlarıyla kavrulurlar adeta.
Halbuki onların da bir yaşam düzeni bir aileleri var. Onların da sıkıntıları sorunları, sorumlulukları var. Borçları, kredileri var ödemek zorunda oldukları.
En önemlisi de çoluğu çocuğu ver bir çoğunun.
Sadece sahnede şarkı söyleyen, sanat icra edendenden ibaret değil pek tabiki sanat camiası. Müzisyeni, söz yazarı, bestecisi, yapımcısı, kanuncusu, klarnetçisi, kemancısı, kısacası enstrüman çalan tüm sanatçılar var.
Sadece onlar mı?
Sahne dışında bir sürü emektar var; garsonundan komisine, mutfaktaki ahçısından mezecisine, bulaşıkçısına, şefine kadar. Ayrıca otoparkçısından, girişlerdeki vestiyercisine kadar büyük bir emektar çalışan kitle var.
Herkes evine ekmek götürme derdinde, herkes kendine göre bir mücadelenin içinde.
En acısı, en vahimi de; görmeseniz, bilmeseniz de hayatına son veren yüzün üzerinde müzisyenin, sanatçının çaresizliği, sesini duyuramayışı, haykırışı ve ölümü seçmesi var.
İşte bu, yüreği sızlatan kahreden bir durum.
Dile kolay iki yıl işsizliğe, parasızlığa kim dayanabilir?
En acısı da umutların tükenmesidir, ölümü göze alacak kadar.
Buna tepkisiz kalamayız, hiç birşey olmamış gibi davranamayız. Gün birbirimize destek olma zamanı.
Bazılarımız yasaklar zaten kalktı, her şey normalleşmedi mi diye sorabilir.
Burada asıl mesele, asıl sorun; bu yasağın gece 12:00’de olmasıdır.
Müzikli yerlerin, mekanların zaten çoğunun 10:00-12:00 gibi başlıyor olması, asıl bu saatlerden sonra iş yapabiliyor olmalarıdır esas sancı.
Mekan denince sadece yemek yenen, fonda müzik çalan yeme içme yerleri ya da sadece konserler, festivaller aklınıza gelmesin. Bunun gazinosu, barı, canlı performans icra eden sahnesi falan da var.
Kısacası sorun hiç de azımsanamayacak kadar büyük. Belki bizler hayat tekrar normale dönüyor sanabiliriz ve buna seviniyor olabiliriz ancak sorun ve yasaklar sanat camiası için çok daha büyük.
Ve hiç şüphesiz mekan sahipleri için de öyle. Onlar mekanlarına büyük paralar ödüyor, yüksek kiralar veriyor, çalışanlarına, müzisyenlerine, sanatçılarına ödemeler yapıyorlar.
Bu hiç kolay değil, biraz empati
yapabilirsek, kendimizi onların yerine koyabilirsek çok daha iyi anlarız.
Sanatın bir çok dalında olduğu
gibi tiyatro ve sinemada da büyük bir mağduriyet söz konusu.
Sabır da hoşgörü de bir yere kadar elbette.
Sevgili ATA’mızın güzel bir sözü ile noktalamak istiyorum satırlarımı.
“Sanattan yoksun toplumların, hayat damarlarından biri kopmuştur” der, Ulu Önderimiz ATATÜRK.
Burada en önemlisi, birbirimize destek olmamızdır, hem de hiç olmadığımız kadar.
Sahnelere, konserlere giderek, bilet alarak, sinema ve tiyatrolarda yerlerimizi alarak.
Mutlu bir hafta sonu dileğiyle, sevgiyle kalın...