Merhaba değerli okurlarım;
Zaman o kadar çabuk geçiyor ki, bazen gün içerisinde yapmak istediklerimizi yapamaz hale gelmemiz zamanın ne kadar hızlı geçtiğini bizlere gösteriyor.
Zamanın, kendimizin, yaşamın çok değerli olduğunu gerçekten anlasak hırslarımızla ve egolarımızla bir dakika bile yaşamaz, hiçbir anı boşa harcamazdık diye düşünüyorum.
Arkamızda kalanlar, kendi muhasebelerimiz, olumsuz yaşamların, egoya kapılmanın, hırsın esiri olmanın kendimize ne kadar zarar verdiğini bir bilebilsek, anlayabilsek yaşamımız daha iyi ve güzel olur.
Geçtiğimiz yıllarda iki dilde “BİZ OLMAK“ adlı kitabımı yayınlamıştım. Bu kitabı kaleme alırken ben kendi adıma çok mutlu oldum. Mutluluğumu paylaşabilenlerle mutluluğum bir kat daha büyüdü. Paylaşamayanlar ile Biz Olmak için mücadele ettim, anlattım. Bir olalım dedim ama herkeste aynı karşılığı bulmadı, olmayınca olmuyor demek ki.
Bizler, Biz Olmak için esiri olduğumuz duygulardan kurtulamadığımızdan dolayı biz olmanın farkına bir türlü varamıyoruz.
Yalnız bugün değil yarın da sonsuz olmayan bu hayatta huzuru, mutluluğu bulmak ve çevremize örnek olmak için yolumuza devam edeceğiz. Biz Olmak ve ses olmak için yarınlarımızı aydınlatmaya, bizden sonra geriden gelenlerin yolunu aydınlatmaya devam edeceğiz.
Toplumu en çok ilgilendiren sorunların başında, aile fertleri arasında sağlıklı iletişimin bozulması, empati kurulamaması, duygusal bağların zayıflaması, ahlaki değerler konusunda farklı düşünülmesi veya zamanla bu değerlerden sapılması gelmektedir. Bu olumsuzlukların ise aile ve toplum birliğinin temelden sarsılmasına yol açtığını görüp, bunların farkında olmamız gerektiğini unutmayalım.
Sevgili anne ve babalar. Tüm toplum olarak sorumluluklarımızı yerine getirmek için hayata daha bir sarılarak mücadeleyi elden bırakmamınız, bu yolda adım atmanız lazım. Aksi takdirde çocukların ebeveyn rollerine zorlanması, aile dinamiğini bozabilir. Çocuklarımızı toplumsal yaşama hazırlayanlar bizleriz. Onların kötü alışkanlıklara karşı korunmalarında takipçileri olmazsak alkol, kumar, uyuşturucu gibi etkenler onları kolayca ele geçirebilir. Bu da ahlaki çöküşü tetikleyebilir.
Sosyal medya günümüzde devamlı vurguladığımız bu riski taşıyan en riskli alanların başında gelmektedir. Ahlaki değerlerle çelişen sosyal medya içerikleri, diziler, arkadaş çevresi gibi dış etkenler aile bireylerini olumsuz etkilemektedir.
Günümüzde yıkmak çok kolay yalnız yapmak zor. Bir aile tanıyorum, onların yaşadıkları ile ilgili gözlemlerimi siz değerli okuyucularımla paylaşmak isterim. Bu gözlemlerden her birimizin farklı dersler çıkartacağımızdan eminim.
Üç çocuklu, orta halli bir aile. Baba inşaatta çalışmakta, anne ev hanımı, aile geçmişte daha güçlü bir bağa ve saygılı bir yapıya sahipti. Ancak zamanla bazı değişiklikler yaşanmaya başladı. Yaşadığı stres nedeniyle eve gergin dönmeye başlayan baba, eşine ve çocuklarına karşı sabır gösteremez oldu. Evde tartışmalar sıklaştı. Bu durum iletişimi zedeledi. Anne, eşinden ilgi görememeye başlayınca zamanını daha çok televizyon izleyerek geçirmeye başladı. Bu nedenle çocuklarıyla olan ilişkisi zayıfladı, öğütler vermek, örnek olmak yerine sessiz kalmayı tercih etti.
Lise çağındaki büyük oğulları sosyal medyada sürekli olarak ‘Rahat yaşamanın’, ‘Para kazanmanın’ sözde yollarını gösteren içerikler izledi. Bu yüzden çalışmadan kolay yoldan para kazanma fikirlerine kapıldı ve internet üzerinden yasa dışı işlere yöneldi. Ortanca çocuk okuldan uzaklaştı, ders çalışmayı bıraktı. Aile içinde güven azaldı, herkes birbirinden gizli yaşamaya başladı. Saygı, sorumluluk ve dürüstlük gibi değerler gündemden düştü. Aile bireyleri aynı evde yaşasa da artık birbirine yabancı hale geldi. Aile bağları zayıfladı, ahlaki değerler yerini bireysel çıkar ve umursamazlığa bıraktı.
Üniversiteye giden kızları, sosyal medyada popüler olmak için sınırları zorlayan içerikler paylaşmaya başladı. Lise öğrencisi oğulları ise çevrim içi oyunlara bağımlı hale geldi ve zamanla agresifleşmeye başladı. Aile bu davranışları ‘Ergenlik dönemi’ belirtileri olarak görüp önemsemedi. İçten içe yaşanan çözülme artık görünür hale geldi.
Evin içinde herkes ayrı bir dünyada yaşar hale gelmiş, anne ve baba artık çocukların ne düşündüğünü bilmemektedir. Çocuklar da anne ve babanın rehberliğini umursamamaktadır. Paylaşmak yerini bencilliğe ve bireyciliğe, bireyselliğe bırakmıştır. Bu ailede artık ahlaki değerlere dayalı bir yönlendirme yoktur; herkes ‘Ne isterse onu yapma’ anlayışına teslim olmuştur.
Maalesef bunu düzeltmek için ne baba ne de anne tarafından bir adım atılmadığını gözlemledim. Bu ebeveynler ve çocuklar hala aynı evdedir ama bir aile gibi değil, aynı çatıyı paylaşan farklı kişiler gibiler. Sevgi, saygı, dürüstlük ve sorumluluk gibi değerler yok olmuş, ahlaki çöküntü sessiz ama derin bir şekilde kendini göstermektedir.
Bazen yaşanan olayları anlatmaya kelimeler bile yetmiyor. Acı bir tablonun içerisindeyiz. Keşke bizi biz yapan değerleri yaşatabilsek ve o değerlerin altın kuralları olan toplumsal kurallara göre yaşamayı öğrenebilsek ve öğretebilsek ne kadar güzel olur değil mi?
Benim çocukluğumda hiç unutmadığım yıllarım var. 1980’li yıllarda büyüklerimiz bizlere çok emek verdi. Bugün vermiş oldukları emekleri ile gurur duyuyorlar. O yıllarda saygı vardı, sevgi vardı, paylaşmak vardı, birlik, beraberlik ve dayanışma vardı. Komşumuz aç iken biz tok olamazdık, tok olmaktan rahatsız olurduk. Komşumuzun evinden cenaze çıksa sanki bizim evimizden cenaze çıkmış gibi aynı acıyı içimizde duyumsar, aynı saygı ve özeni gösterirdik.
Utanmak gibi bir duygumuz vardı. Utanmak, ne garip bir duygu bir o kadar da insanca. Sanırım hiç bir canlıda utanmak duygusu yok, insana özgü bir duygu bu. Ama günümüzde yalnızca insan gibi yaşayanlarda var. Günümüzde, yine de eskiler belki daha şansızdı ama daha mutluydu diyorum hep. Bir zamanlar duygularımızla yaşardık.
Gaziantepliler mertti, bizim şehrimiz cömertti. Biz o güzel insanlarla gâh bir ekmeği bölüştük gâh onlarla aç kaldık. Onlarla ekmeğimizi paylaştık çünkü onlar paylaşmasını bilenlerdi.
Gaziantep’te aile bağlarına o kadar değer verirlerdi ki, bizler de o değerlerin içerisinde büyüdüğümüz için çok şeylere şahitlik ettim. Yine yaşadığım bir olayı sizlerle paylaşmak isterim. Ailenin askerden gelen oğlunun evlilik çağı gelmiş olurdu. Onun için kız bakmalara başlanır, artık hayatlarını kursunlar, bacaları tütsün derlerdi. Evlilik çağına gelmiş kızları olan aileler de münasip bir damat, kızını huzurlu kılacak, mutlu edecek bir hayat vaat eden damat beklentisi ve arayışında olurdu. O zamanın koşulları böyleydi. Bugün geriye baktığımızda bunun iyi yanları olduğu kadar iyi olmayan yanları da vardı. Birbirlerini tanımayan iki gencin başını bağlamak, huylarını huslarını bilmedikleri iki gencin yaşamlarına karar verirlerdi aileler. Emekle, Vefayla, sadakatle süren yaşam mutlu beraberlikleri getirirdi kimilerinde, bazılarında da yaşamlarını zindana dönüştüren adım olurdu. Bugün gençler birbirlerini tanıyarak, bilerek seçimlerini yapıyorlar. Doğru olan gençlerin severek, birbirini tanıyarak, bilerek yaşamlarını birlikte kazanmaları, emek vermeleri.
Bugün genel araştırmalara göre evli çiftlerde boşanma, ayrılık oranı her geçen gün artmaktadır. Sadece Türkiye de değil, tüm ülkelerde böyle. Çünkü sevgide yüzeysellik, duyguda yüzeysellik var. Birbirine emek verme zayıf, az. Bu da sevgiyi yozlaştırıyor, huzuru bozuyor, mutluluğu yok ediyor.
Sevgi emektir. İnsanlığın tüm iyi değerleri insanların emeğinin ürünüdür. Emeğin insan yaşamının her alanında ve anında rolünü bilince çıkartmak, değerini bilmek gerekir. İnsanı insan yapan, değiştirip dönüştüren emektir. Her insan kendi emeğinin değerini bilmeli. Sevgisini büyütmeli, paylaşmasını öğrenmeli emekle.
Birbirimize emek verelim. Her adımda sevgimizi paylaşan olalım…