Ey cana can katan rüzgâr; Nâbi’nin gazelleri gibi hoşsun, güzelsin. Yoksa sen Urfa’dan mı gelirsin? Urfa’dan geldiğin için mi böyle rahatlatıcı, böyle hoşsun?
Güneşin sarı-sıcak kollarıyla cömertçe kucakladığı güzel insanlar diyarı Şanlıurfa’nın gururu, Divan Edebiyatı’nın en önemli temsilcilerinden Şair Nâbi’nin dizelerinden bana yansıyan duygu; doğup büyüdüğü topraklara duyduğu sevgi ve özlemi oldu. Hasret bu kadar mı güzel ifade edilir Yarabbi!..
Bir tanışmaya gör Şanlıurfa’yla! Ezber bozan engin tarihi, gönülleri okşayan kendine özgü zengin kültürü ve gönlü saf halkıyla öyle bir çeker ki insanı kendine, evimdeyim dersin… Ayrılık vakti geldiğinde aslında bu bir sonraki kavuşmanın habercisidir… Eşi benzeri olmayan güvercin sevdalısı kadim kent Urfa özletir kendini…
Nuh tufanından sonra kurulan ilk şehirlerden biri Şanlıurfa. İl sınırları içerisinde bulunan Göbekli Tepe’de yapılan kazılardan elde edilen bulgulara göre tarihi yeni baştan yazdıran kadim kent, 12 bin yıllık geçmişiyle insanoğlunun dünyada ilk yerleşik hayata geçtiği, buğdayın ilk ekilip biçildiği, ilk tapınağın inşa edildiği bir “ilkler şehri”. Bu kadarla da kalsa iyi! Medeniyetlerin beşiğinde arkeolojik kazılara devam ediliyor. Kim bilir sarı, sıcak topraklar karnında daha neler neler saklıyor? Ne kadar heyecan verici değil mi?
Kardeşliğin ve hoşgörünün hâkim olduğu “peygamberler ve evliyalar şehri” olarak da bildiğimiz Urfa’da, başta bütün semavi dinlerin atası İbrahim Peygamber olmak üzere birçok peygamber doğmuş ve yaşamış. İşte bu özelliğinden dolayı da kutsal bir şehir olarak kabul edilir. Halepli Bahçe mevkisinde yapılan kazılarda gün yüzünü gören baş döndürücü güzellikte mozaikler nedeniyle “mozaik şehri” olarak da anılmaya başlandığını vurgulamadan geçemeyeceğim. Bu mozaiklerin birinde resmedilen “Savaşçı Amazon Kraliçeleri” tarihteki ilk örnek olması açısından oldukça önemli. Balıklıgöl yakınlarında yapılan kazılarda bulunan “Balıklıgöl Heykeli” de dünyanın en eski heykeli olarak biliniyor.
Asırlardan bu yana bağrında barındırdığı kültür birikimiyle bir “Açık Hava Müzesi” Şanlıurfa. Bu şehrin sahip olduğu zenginlikler beni âdeta şaşkına çeviriyor. Gözümden bile sakınasım geliyor doğrusu…
Urfa’nın efsanelerle örülü kültürünü, tarihini anlatmaya ne dil yeter, ne de kalem… Kısacası Urfa, tarih boyunca kendine özgü yaşam tarzı, gelenekleri, köklü kültürü ile her zaman büyük ilgi uyandıran gizemli bir şehir kimliğini hep korumuş. Günümüzde bu özelliğini korumaya devam ediyor olması çok güzel.
Yemek ve eğlence deyince akan sular durur Şanlı kentte. Yüzyıllardan süzülerek gelen lezzetlerini paylaşmayı çok seven Urfalılar’ın damarlarında âdeta musiki dolaşır. Hâl böyle olunca, halkın büyük çoğunluğu musikiyle yakından ilgilenerek geleneksel olan bu kültürü yaşatarak geliştirmiş. Bildiğiniz üzere birçok musiki ustası Urfalı. “Musiki de bu topraklarda doğdu!” demek geliyor içimden, ya siz ne dersiniz?
Yanık türküleri, yöreye özgü gırtlak ve şiveyle okunan hoyrat ve gazelleri dillerden düşmez Urfa’nın. İnsanın içini kasıp kavuran duygu yüklü ezgilerini nasıl da severek dinler ve söyleriz. Son yıllarda yerli, yabancı turistler tarafından Şanlıurfa ve yöre ezgileri denince akla hemen “Sıra Geceleri” geliyor.
Haydi o zaman! Hiç vakit kaybetmeden huyu güzel, suyu güzel dost insanların şehri, tarih ve kültür hazinesi Şanlıurfa’ya gidelim, gidelim de albenisiyle dünyayı kendine çeken bu şehrin, dillere destan Sıra Geceleri’ni daha yakından tanıyıp yaşayalım ve anlayalım. Zaman yollara düşerek keşfetme zamanıdır, değil mi?
Önce Frankfurt’tan İstanbul’a, birkaç gün sonra da düşlerimin şehri Şanlıurfa’ya doğru yola koyuldum. Bir heyecan, bir heyecan sormayın gitsin. Kalbim yerinden çıkacak gibi. Eee o kadar olacak, sevgiliye kavuşmak gibi bir duygu bu…
Uçakla bir saat kırk beş dakika süren yolculuk sonrası şehir merkezine 40 km mesafede bulunan Şanlıurfa GAP Havalimanı’ndayım. Dışarı çıkar çıkmaz, başımı gökyüzüne kaldırdığımda, şehrin semalarında bana merhaba diyen ışıl ışıl yıldızlar, yarın havanın güzel olacağını müjdelediler…
Kısa bir yolculuk sonrası Şanlıurfa’nın kalbi Balıklıgöl’e bir arpa boyu mesafedeki Manici Otel’e geldim ve daha ayağımın tozunu silmeden de “ver elini Balıklıgöl” dedim.
Balıklıgöl’ün maneviyatımı güçlendiren ve huzur bulduğum atmosferini o kadar çok özlemişim ki… Otelden çıkıp üç beş basamak indikten sonra Halil-Ur Rahman ve Aynzeliha olmak üzere iki gölün bulunduğu geniş alana geldim. Yöre taşlarından dantel gibi işlenerek yapılmış Halil-Ur Rahman Cami (1211), Rızvaniye Cami (1736) fevkalade ışıklandırılmış. Göle düşmüş görüntülerine bile bakmaya doyamıyor insan…
Hz. İbrahim’in doğduğu mağaranın yanı başında bulunan Mevlid-i Şerif Cami’nin incecik minareleri Urfa semalarında yıldızlara ulaşmış gibi duruyor. Balıkgöl’ün kutsal sayılan balıklarına bir merhaba demek arzusuyla neredeyse gölün içine düşecek kadar yanaştım ve oradaki balıklarla sessizce selamlaştım. Urfa’daysam hemen her gece uykudan önce mutlaka buraya gelir, göldeki balıkları uzun süre izler ve derin maneviyatı iliklerime kadar hissederim. Ardından geceleri de açık olan çay ocağında ayaküstü ince belli bardakta çay içerim. Bir zamandır ocakta geceleri çalışan Ali Bey’le selamlaşıp hâl hatır sordum. Urfa’nın gönlü güzel insanı Ali Bey’in yöre ağzıyla “hörmet ederem” demesi kulaklarıma pek hoş gelir. Şivesi de çok duygu yüklü bu kadim kentin. Ardından huzur bulmuş bir şekilde dinlenmek üzere cıvıl cıvıl dekorasyonu, birbirinden güzel personeli ve konumu bakımından benim için vazgeçilmez olan otelime döndüm. Odamın penceresinden Balıklıgöl ve ona hâkim bir tepede olan Urfa Kalesi’nden yükselen iki sütuna o akşam son kez göz attım. Efsaneler Hz. İbrahim’in buradan ateşe atıldığını anlatır.
Bu iki sütun 240-242 yılları arasında Edessa Kralı IX. Manu döneminde anıt sütun olarak yapılmış. Kaledeki iki sütunun arası 14 metre, yükseklikleri 17.25 metre, sütunların çevresi de 4.60 metre. devasa sütunlar Urfa’da günümüze kadar gelebilmiş en eski anıtlar olarak biliniyor.
Gece yarısına saniyeler kala Urfa’ya çöken derin sessizliğe tanıklık eden sütunların kenti kollayan bir görüntüsü var gibi gelir bana. Şehir, arada bir duyulan güvercin mırıltılarına aldırmadan uykunun kucağında doğacak yeni bir güne hazırlanıyor. “Ah be güzel Urfa! Sen bana çok iyi geliyorsun!”
Seher vakti kendiliğimden uyanıp heyecanla beklemeye başladım. Aynı anda etrafta bulunan camilerden Urfa semalarına yankılanan sabah ezanını huşu içinde dinledim. Ezanlar öyle güzel bir ahenkle okunuyor ki, “ruhumda güller açtı dersem” abartmamış olurum! Manevi değerlerin başkentinde her şey çok farklı, çok dolu, çok özlenilesi doğrusu…
Sıkı bir kahvaltıdan sonra Peygamberler Şehri’nde yaşayan gönlü saf yakınlarımla birlikte olma zamanı da geldi çattı… Ben bu şehrin candan, güler yüzlü, vefalı, geleneklerine bağlı, cömert ve sevgi dolu insanlarıyla birlikte olmaktan çok mutlu oluyorum. Buraya ne zaman gelsem onlarla mutlaka görüşürüz. Kavuşmak, kucaklaşmak ve hasret gidermek bizleri her zaman çok mutlu eder…
Güzel insanlar diyarında bütün gün Urfa misafirperverliğiyle ağırlandım. Hatır, gönül bilir manevi yakınlarımla dertleştik. Hoşça vakit geçirdik. Memleket sorunlarını konuştuk. Halil İbrahim sofralarında Allah ne verdiyse yedik, içtik. En kısa zamanda tekrar bir araya gelmek dileğiyle dostlarımla vedalaşıp ayrıldım.
Konakladığım Manici Otel’de bu akşam “Sıra Gecesi” adıyla bir müzikli eğlence düzenlenmiş. Tam zamanıdır deyip katılmaya karar verdim.
Son yıllarda özellikle yazılı basın ve görsel iletişim araçlarının etkisiyle oldukça popüler olan sıra gecelerine katılanlar, genellikle yurdumuzun birbirinden güzel dört bir köşesinden Şanlıurfa’yı gezmeye gelen turist grupları, iş dolayısıyla bu şehirde bulunanlar ve Şanlıurfa yerlilerinin bir kısmıdır. Kentte bulunan birçok otel ve konukevi sıra geceleri düzenliyor ancak ben kalitesi de bilinen tanıdık bildik bu yeri tercih ettim. Hadi o zaman gidelim, gidelim de bir bakalım, neler görüp yaşayacağız.
BİR SIRA GECESİ
“Ayağına geymiş kara yemeni, sallanma sevdiğim öldürdün beni” diye devam eden bu güzel Urfa türküsünü mırıldanarak, otelin loş koridorlarından geçip merakla sıra gecesinin yapılacağı salona doğru yürüdüm. Tabanı halı kaplı salonun üç kenarı, misafirlerin rahatça oturmalarını sağlayacak alçak sedirlerle çevrili. Üzerlerine dayanak vazifesini gören ve aynı zamanda hoş bir görsellik de sağlayan rengârenk büyük yastıklar yerleştirilmiş. Sedirlerin hemen önüne alçak masalar konulmuş. İnsanın ruhunu da okşayan bu görüntü çok davetkâr doğrusu. Ben de herkes gibi önce ayakkabılarımı çıkarıp, otel personelinin elime tutuşturduğu terlikleri giydikten sonra, bu akşam burada olup biteni en ince detayına kadar izleyebileceğim bir köşeye yerleştim. Şöyle bir etrafa bakındım, sıra gecesi eğlenceleri oldukça revaçta olmalı ki salon hıncahınç dolu.
Nihayet beklenen an geldi ve Şanlıurfa’nın yöre giysilerini kuşanmış sekiz kişilik saz ekibi salondaki yerini aldı. Urfa’ya özgü kırk düğme yelek, gömlek, gabardin şalvar ve bele sarılı poşuları (bel bağı), ayaklarında postal (yemeni) denilen altı üstü deriden, el yapımı yöresel ayakkabılarıyla çok güzel görünüyorlar. Ekip başının bütün sazların akordunu tek tek dinlemesinden sonra Urfa Divanı (makamlardan oluşan müzik yumağı, Urfa ezgisi ya da oyun havası) ile çalmaya başladılar. Saz ekibinin hep bir ağızdan söylediği “Urfalıyam Dağlıyam, Bahçeliyem Bağlıyam, Ağam Da Şimdi Gelir, Paşam Da Şimdi Gelir, Güzel De Şimdi Gelir Vay” diye devam eden türkü kulakların pasını bir çırpıda siliverdi. Hemen ardından, “Urfa’nın Etrafı Dumanlı Dağlar” ezgisi yankılanmaya başladı. Geceye katılan topluluk insanı derinden saran bu içli türküyü birlikte söylerken, müziğin ritmiyle de hafif hafif sağa sola sallanmaya başladılar.
Urfa’nın insanı gönülden etkileyen, tanıdık, bildik hayata dair ezgileri devam ederken yemek faslına geçildi. Otel personeli elleri kolları dolu dolu birbirinden lezzetli olduğunu bildiğim yemekleri servise başladılar.
Sıra gecesi menüsünde olmazsa olmaz çiğ köfte, iştah açan yöresel lezzetlerden humus ve muhammara,Urfa’nın soğuk lebeni çorbası, yine Urfa usulü hafif sulu ve kaşıkla yenen bir salata olan bostana ve tabii ki kebap çeşitleri var. Ardından buraya özgü şıllık tatlısı ikramı olacak. Yine bu bölgede odun ateşindeki fırınlarda pişirilen “tırnaklı ekmeği” unutmayayım. Yemek bittikten sonra da “mırra” denilen Güneydoğu Anadolu’ya özgü kahve ikram edilecek. Şu an misafirlerin kulağı çalınan musikide, gözü de yemekte. “Fırat Saz Ekibi” akşamın hakkını tam veriyor doğrusu. Urfa’nın dillere destan halk müziğinin renklerini (türkü, hoyrat, gazel) 45 dakika boyunca icra ettiler. Geleneksel sıra gecelerinde bağlama, darbuka, keman, kanun ve cümbüş çalınırken, müzikli eğlence gecelerine bir canlılık sağlamak amacıyla davul ve zurna da eklenmiş. Bir ara davul çalan genç müthiş bir gösteri yaptı. “Davulu âdeta konuşturup onunla dans etti” dersem yalan olmaz. Misafirler hallerinden pek memnun görünüyorlar. Saz ekibinin Urfa gırtlağı ve şivesiyle yaptığı düzgün yorumlamalar gönüllere çok hoş geldi anlaşılan…
Geceye katılanlar yemeklerini afiyetle yemeye devam ederken, saz ekibi kısa bir mola sonrası tekrar salondaki yerini aldı ve başladılar hicaz makamındaki eserleri icra etmeye. Nihayet Hz. İbrahim zamanına dayanan efsanelerden doğup midelere taht kuran lezzet “çiğ köfte” gösterisi, “Çiğ köfte başım tacı, Ayran onun ilacı, Tez yoğur gelin bacı, İlle de canım çiğ köfte” diye devam eden türküyle başladı. Otelin aşçısı herkesin görebileceği bir şekilde yere oturup, önündeki leğene gerekli malzemeleri ilave ederek çiğ köfteyi yoğurmaya başladı. Her derde deva kurutulmuş acı kırmızıbiber (isot) çiğ köftemizin olmazsa olmaz baharatı! Şanlıurfa’da isotsuz bir yaşamın anlamı yoktur sanırım. Hatta öyle ki, yöre halkından ses güzelliklerini isota borçlu olduklarını söyleyenler bile var..
Lezzetinin kullanılan malzemeler ve yoğurma uğraşına bağlı olduğu çiğ köftenin yenecek kıvama gelip gelmediğini anlamak ustalık ister ancak bu konu günümüzde gösterinin bir parçası haline getirilmiş. Şöyle ki geleneksel sıra gecelerinde aşçımız yoğura yoğura kocaman bir topak haline getirdiği çiğ köfteden bir parça alarak tadına, tuzuna, baharatına, acısına ve kıvamına bakar, sonra yanındakine de vererek çiğ köftenin olup olmadığını test eder. Oysa oteldeki sıra gecesinde tamamen şov amaçlı olarak aşçımız yoğura yoğura kocaman bir topak haline getirdiği çiğ köfteden önce bir parça avuçlayarak garsonlardan birinin yüksekte tuttuğu geniş bir tabağa doğru fırlattı. Tabağa yapışıp kalan çiğ köfte misafirlere gösterildi ve böylece kıvamını bulduğu da ispatlanmış oldu. Sonra sıkımlanarak tabaklardaki marul yaprakları ile birlikte ikram edildi. Bu arada misafirler insanı yerinde oturtmayan müziğin eşliğinde halay çekip, oynamaya başladılar. Herkes mutlu mesut bir resim sergiliyor. Beklentileri yerine gelmiş gibi… Kulaklarımızda hep kalacak yöre halk müziği eşliğinde kadim kentin lezzetleriyle tanıştık. Sofra kültürünün inceliklerini öğrendik ve eğlendik. Saat tam 11.00’de sıra gecesi eğlencesi de sona ermiş oldu.
Geleneksel giysileri içinde saatlerce güler yüz ve tatlı dille misafirlere müzik şöleni yaşatan saz ekibinin başarısını göz ardı etmemek gerek. Onlar, Şanlıurfa’nın tanıtımına ve turizmine katkıda bulunan ve günümüzde binlerce kişinin ekmek parasını kazandığı bir sektör haline gelmiş “Sıra Geceleri Emekçileri” değil mi?
Fırat Saz Ekibi’nin başı Timur Akel. Yorgun olmasına rağmen beni kırmadı, başladık sohbete; “İlkokula başladığımda öğretmenlerim sesimin güzel olduğu söylerdi. Hatta beni okulda düzenlenen bir ses yarışmasına katılmaya özendirdiler. İkinciliği başarmanın sevinciyle bağlama çalmaya hevesim daha da arttı. Rahmetli babam kalaycı ustasıydı ve saz-söz işlerine pek sıcak bakmazdı. Bir bağlama alacak parayı okulun yanı sıra çalışarak biriktirdim ve ilk fırsatta satın aldım. Saklı gizli çalmaya başladım ama bir gün yakalandım. Babam gözümün yaşına hiç bakmadan sazımı kırdı. Kanımda bağlama aşkı dolaşmaya başlamış bir kere ve ağlamanın sızlamanın faydası yok! İkinci bağlamayı satın alabildiğimde onun da ömrü uzun olmadı. Babam baktı ki bu aşk bitmeyecek, bir gün elinde bir bağlama ile çıkageldi. Ondan sonra tut tutabilirsen beni! Urfa’nın musiki ustalarından öğrenebileceğim ne varsa canla başla öğrendim. Geleneksel sıra geceleri bana bir okul oldu. Kulağım gelişti, makamları iyice öğrendim. Bu arada demirciliği de öğrenip mesleğimi icra edeceğim yerlerde çalıştım. Yanı sıra müzikli eğlence mekânlarında çaldım, söyledim. 1994 yılında bir saz ekibinin içinde yer aldım. Daha sonra da kendi ekibimi kurdum. O zamanlar İbrahim Tatlıses’in çevirdiği “Fırat” dizisinden esinlenerek ekibime “Fırat Saz Grubu” adını verdim. Ekip şefiyim, icra ettiğimiz müzikte giriş-çıkışları ben belirlerim. Misafirlere yöre müzik kültürünü özüne uygun bir şekilde yaşatmak boynumuzun borcudur.”
On çocuklu bir ailenin müzik sevdalısı olan Timur Akel, 1967 yılında Şanlıurfa’da doğmuş büyümüş. Ağabeyi bir ara bağlama çalmaya özenmiş ama arkası gelmemiş. Küçük kardeşi Emin Akel de kendi saz grubunun başarılı solisti.
“Şanlıurfa’da sıra gecesi eğlenceleri dikkat çekmeye başladıktan sonra, onlarca saz ekibi hizmet vermeye başladı. Artık bu sektör Şanlıurfa’da kendine bir yer edindi ve kalıcı olacak gibi gözüküyor. Bir dernek kurabilsek, kendimizi daha da eğitebilsek ve çalışma koşullarını iyileştirebilsek çok faydası olur. Ekmek aslanın midesinde! Sıra geceleri düzenlenir de biz çalar söylersek para kazanıyoruz. Gece başına aldığımız ücreti aramızda eşit olarak paylaşıyoruz. Ekibimizde çalıp söyleyen herkesin gündüz yaptıkları sürekli bir işi var. Öyle olmasa sadece sıra gecelerinden elde ettiğimiz kazançla geçinmemiz mümkün değil. Biz müzik aşkından vazgeçemiyoruz! Her türlü güçlüğe rağmen ayakta kalmaya çaba gösteriyoruz” diye sözlerine noktayı koyan Timur Akel, Allah bağışlasın iki kız, bir erkek babası ve bir de torun sahibi. Eksik olmasın kıymetli zamanını bana ayırıp bıkıp, usanmadan sorularımı cevapladı. Sonsuz teşekkürlerimi bildirip, vedalaştık.
Bu arada gece yarısı oldu bile. Otel odama çekildiğimde kulaklarımda hâlâ içli, yanık, “Urfa’nın etrafı dumanlı dağlar” türküsünün takılı kaldığını fark ettim.
Efsaneleri fısıldayan Balıklıgöl’e oda penceremden bir süre daha baktıktan sonra yeni günü karşılamak üzere kendimi uykunun kucağına bıraktım…
Aralık ayının ilk haftasında, sanki yazdan kalmış günlük güneşlik bir güne başlamak son derece keyif verici oldu. Ardından birkaç bardak mis gibi demli çay ve Şanlıurfalılar’ın vazgeçilmez lezzetlerinden “Külünçe” ile kahvaltımı yaptım. Şimdi “Külünçe de ne?” dediğinizi duyar gibiyim. Külünçe, Ramazan ayının son günlerinde bayram sofralarında ikram edilmek üzere tatlı ve tuzlu olarak hazırlanan bir çörek. Hamuru içine konulan malzemeler ve baharatlar sayesinde çok güzel bir tat ve kokuya sahip. Aynı zamanda en az 40 gün tazeliğini koruyan çöreğimiz, geçmişte askere gidenlere verilen vazgeçilmez yolluklardan biri. Günümüzde her gün taze olarak fırınlardan temin edilebilen külünçeyi otel kahvaltı menüsünde gördüğümde çok sevindiğimi söylemeliyim. Yöre mutfağı bu otelde olması gerektiği gibi ön planda ve bu da çok güzel.
Sıra geldi yüzyıllardır süre gelen Şanlıurfa Sıra Geceleri geleneğine. Bilmediğiniz bir konuyu ya sora sora öğrenirsiniz ya araştırmaları okursunuz ya da kaynağına gidip gözlerinizle görür kulaklarınızla işitirsiniz değil mi? İşte ben de öyle yaptım. Uzun bir zamandır bende merak uyandıran bu konuda bana yardımcı olabileceklerine inandığım değerli şahsiyetlerin Urfa’da kapısını çaldım. Şanlıurfa’nın değerli evlatlarından iş adamı Şeyhmus Karahan, Şanlıurfa Belediyesi Turizm Şube Müdürü Necmi Karadağ, Harran Üniversitesi Öğretim Görevlisi Araştırmacı Yazar Sabri Kürkçüoğlu, Araştırmacı Yazar Abuzer Akbıyık ve Gazelhan Sait Küçük değerli birikimlerini benimle paylaştılar. Sağ olsunlar, var olsunlar…Şimdi sıra geldi bu değerli bilgileri dilim döndüğünce size aktarmaya.
Çalışmalarım esnasında özellikle Sabri Kürkçüoğlu ve Abuzer Akbıyık’ın “Şanlıurfa Geleneksel Sıra Geceleri” hakkında yapmış oldukları geniş kapsamlı araştırma makalelerinden çok faydalandığımı belirtmeden geçemeyeceğim.
Ayrıca eserlerindeki her fırça izinde Urfa aşkı hissedilen Şanlıurfa’nın yetiştirdiği değerli Ressam Nihat Kürkçüoğlu’na bir teşekkür borçluyum. Bu yazım onun eserleriyle can buldu âdeta. Var olsun!
GELENEKSEL ŞANLIURFA SIRA GECELERİ
Muhabbetlerinin çok hoş olmasıyla da tanınan Urfalılar’ın, yüzyıllardan beri bu özelliklerinden asla ödün vermeden itinayla günümüze kadar taşıdıkları ve devam ettirdikleri sıra gecesi geleneği öyle bir çırpıda anlatılacak gibi değil doğrusu.
Şimdi öğrendiklerim doğrultusunda Urfa’nın geleneklerinden biri olan sıra gecesinin ruhunu cümle cümle açarak anlamaya çalışalım. Kısaca bir tanımlama yaparsak; Şanlıurfalı erkeklerin kendi aralarında yöresel kültürün yaşatılması amacıyla haftada bir kere evlerinde veya uygun mekânlarda yaptıkları yemekli saz, söz ve sohbet toplantılarına “Sıra Gecesi” denir. Ağırlıklı olarak kış aylarında yapılan sıra geceleri, sosyal yardımlaşma, dayanışma, birlik-beraberlik ve hoşgörü temeli üzerine kurulmuştur. Geleneksel kültür değerlerinin yaşatılarak gelecek nesillere aktarılması da en önemli amaçlarından birisidir.
İyi de, bu toplantılara neden “sıra gecesi” denmiş gibi bir soru geliyor aklımıza değil mi? Açalım; yaşam felsefeleri, sosyal konumları ve yaşları birbirine denk olan arkadaş grupları hafta içinde özellikle cumartesi akşamları bir araya geldiklerinde, tadına doyum olmayan toplantıları seher vaktine kadar sürer gider. Eşitlik sağlanması açısından sıra düzeniyle haftada bir kez gruptaki birinin evinde toplanılır. Sırayla yapılan bu toplantılar böylece “sıra gecesi” olarak anılır. Aynı zamanda “sıra gezme” olarak da tanımlanan bu toplantılar Şanlıurfa’nın simgelerinden biridir ve hemen herkes bunu böyle bilir.
Sıra gecelerinin başlangıç tarihine dair yazılı bir kayıt bulunmuyor. Urfalı yaşlı çınarların anlattıklarına göre onların dedelerinin dedeleri bile bu toplantılara katılmışlar. Yani en az 250 yıllık bir geçmişi olduğunu düşünürsek, sıra gecesi geleneğinin kökü daha da eskilere dayanır. 13. yüzyılda Anadolu’da bir esnaf örgütü olarak kurulan Ahilik teşkilatının ruhuna çok benzerlik gösterdiğinden, Sıra geceleri bu yapılanmanın geleneksel yolla günümüze ulaşan devamıdır diyebiliriz.
Abuzer Akbıyık kaynaklı bilgilerden öğrendiğime göre şu sıralar Şanlıurfa’da sayıları yüzü bulan geleneksel sıra gecesi toplantıları yapılıyor. Her sıra grubuna farklı mesleklerden 10-15 kişinin katıldığını düşündüğümüzde ciddi bir rakamla karşılaşıyoruz. İletişim ve teknolojinin insanları esir almış olduğu yüzyılımızda, Urfalılar’ın canla başla tadı sohbetlerinde olan bu geleneğe ilgi gösteriyor olması çok anlamlı.
Sıra gecelerinin her derde deva bir başka özelliği de yaşama dair konuların yer aldığı sohbetlerdir… Günlük olaylar, sağlık, eğitim, ekonomi, sanat, edebiyat, siyaset, spor, dini konularla birlikte Şanlıurfa’nın sorunları, Türkiye ve dünya meseleleri bu sıralı toplantılarda ağırlık bulur ve konuşulup tartışılır. Bu kadarla da kalmaz; piyasa, sanayi ve ticari ortam, mevsim mallarının fiyatları ve yapılan yatırımlar gibi bitmez tükenmez birçok sohbet konusu vardır bu gecelerin. Sorunlara kafa yorulur ve birlikte uygulanabilir çözümler üretilmeye çalışılır.
Biliyor musunuz? I. Dünya Savaşından sonra imzalanan Mondros Ateşkes Mütarekesi’nin 7. maddesi gereğince 24 Mart 1919′da İngilizler Urfa ve çevresini işgal ederler. Halk baskı altındadır ve bir kurtuluş planı yapmak için mutlaka bir araya gelmek gereklidir. İyi de bu nasıl olacaktır? İşgal güçleri ortalıkta kuş uçurtmazlar… İşte tam burada Urfalılar’ın imdadına Sıra Geceleri yetişir. İşgalciler tarafından, Urfa geleneğinde her hafta başka bir evde sadece eğlenmek için yapılan ve sıradan bir gece olduğu sanılan ortamın bu soruna çözüm olacağı düşünülür. Öyle de olur ve dikkat çekmez. Böylece Şanlıurfa’nındüşman işgalinden kurtuluş planı bir sıra gecesinde gizlice gerçekleştirilir. Abuzer Akbıyık’ın uzun yıllar yaptığı araştırmalar sonucu şahitlerle ve belgelerle kanıtladığı bu olguya da kısaca değinmek istedim.
11 Nisan 1920′de Urfa işgalden kurtarılır. Kurtuluş Savaşı yıllarında Urfalılar’ın gösterdiği üstün başarı ve kahramanlıktan dolayı 22 Haziran 1984’de bu şehre “Şanlı” unvanı verilir.
Şimdi kaldığımız yerden devam edelim. Herkesin düşüncesini özgürce söyleyebildiği toplantılara, sıra gezenlerin merak ettikleri ortak konulara açıklık getirecek uzman konuklar gibi yerel yönetimin üst düzey yöneticileri de zaman zaman konuşmacı olarak davet edilir. Sıra gecelerine davet edilen edebiyatçılar, şairler, bilim ve din adamları canla başla dinlenerek deneyimleri dikkate alınır. Sıra ortamında öyküler, fıkralar ve ders alınacak olaylar anlatılır. Halk meclisi özelliğini taşıyan sıra gecelerine Şanlıurfalı gençlerin büyük ilgi duydukları görülüyor. Bu meclislerde gençler gelenek görenekleri, toplum içinde doğru hareket etmenin inceliklerini de öğrenirler… Demek ki sıra geceleri aynı zamanda eğiten, öğreten önemli bir halk okuludur…
Günümüzde yozlaşan ve kaybolan değerlerimizi göz önüne getirdiğimde, sıra gecesi geleneğinin önemini kaybetmeden Şanlıurfa ve dışında bulunan Urfalılar tarafından da devam ettirildiğini görmek, geleceğe daha umutlu bakmama sebep oluyor doğrusu. Değerlerimize sahip çıkmak için herkesin bu hassasiyeti göstermesi gerekir.
Temelinde aynı zamanda disiplin de olan sıra gecelerine katılanların kesinlikle uymak zorunda oldukları kurallar vardır ve bu özellik birlikte olabilmek açısından oldukça önemlidir. Ara ara bu kurallara da değineceğim. Sıra gruplarının hepsinin oylamayla seçtikleri bir başkanı vardır. Sıraya gelme, kalkma saati gibi bazı kurallar sıra arkadaşlarının ortak kararıyla belirlenir. Alınan kararları ve bu kararlara uymayanlara verilecek cezaları da sıra başkanı uygular. Kurallara uymayanlar, başkan tarafından önce uyarılır, netice alınamazsa sıradan ayrılmak zorunda bırakılır.
Sıra arkadaşları giyinip kuşanır, toplantının yapılacağı eve doğru yola çıkarlar. Belirlenen saatte de orada olma zorunluluğu vardır. Eğer geç kalan olursa önceden tespit edilen sembolik para cezasını da ödemek zorunda kalabilir. Ev sahibi, misafirleri kapıda karşılayıp “başım üstüne geldin, gözüm üstüne geldin” diyerek selamlar ve oturulacak odaya kadar götürür. Daha önce gelenler, ayağa kalkarak sıra arkadaşlarını buyur eder. Sıraya gelen selam vererek herkesle tokalaşır ve uygun yere oturur. Yaşça büyük olanlar baş köşeye, küçük olanlar ve ev sahibi kapıya yakın otururlar.
Genellikle evlerin minderler döşeli odalarında yapılan sıra gecelerinde bağdaş kurarak oturulur. Misafirlerin ayaklarını uzatmaları, yan gelip yatmaları hoş karşılanmaz. Sadece sağlık sorunları nedeniyle ayağını uzatarak oturanlara ses çıkmaz. Genelde sıra arkadaşlarının yanlarında getirdikleri misafirler de baş göz üstüne ağırlanır. Ancak evler küçükse ve gecenin ahengi bozulabilir endişesi varsa misafir kabul edilmemesine de karar verilebilir.
Herkes yerini alır, hâl hatır sorulur ve gecenin ilk ikramı olan acı kahve sunulur. Acı kahvenin yapılması gibi içilmesinin de kendine has kuralları vardır. Çekirdek kahve kıvamında kavrulup dibeklerde dövülür. Gümgüm denilen bakır kahve cezvelerinde su ilave edilerek kaynatılıp süzülür. Sonra da kapaklı ve küçük bir cezveye konularak, kulpsuz mırra fincanlarıyla ikram edilir.
Sıra yapılan ev sahibinin, akrabanın veya komşuların çocukları da sıraya gelir ve büyüklere ikram görevini üstlenirler. Ayakkabıları dizer, lavaboyu gösterir, havlu tutarlar. Böylelikle küçük yaşta sıra gezmenin amacını, topluluk içinde yaşam kurallarını ve davranış değerlerini de öğrenirler.
Kahve içildikten sonra mırra fincanının yere konmadan dağıtanın eline verilmesi gerekir. Fincanın yere veya masaya konması yörede hakaret sayılır ve ceza gerektirir. Ceza da az buz değil doğrusu! Kahveyi dağıtan bekârsa evlendirmek gerekir aksi halde fincan altınla doldurulur. Her durumda biraz para gerekir… Diyelim ki mırra kültürüne yabancı olan misafirler fincanı yere koydu! İşte o zaman bu kural açıklanıp hoş görülür. Öğrenmenin de yaşı ve zamanı yok zaten…
Acı kahvenin ardından çay ikramı başlar. Çay biraz geciktiğinde, Urfa şivesiyle ev sahibine “yahu bu çayiz Halep’ten mi geli? Niye bele gecikti? Çay suyiz yoksa komşıdan getırah” gibi tatlı sıcak sataşmalar başlar. O da yetmez; “çay içinde adalar” veya içinde çay vurgusu olan türküler söylenir. Ev sahibinin de bir an önce çay ikramına başlamaktan başka çaresi kalmaz. Ayrıca yaz aylarının kavurucu sıcaklarında ayran ve şurup da ikram edilir. Sıra gecelerinde alkollü içkinin asla yeri yoktur.
Kahveler, çaylar içildi, sohbet derinleşmeye başladı. Ama bir eksik var! “Neydi, neydi?” diye uzun uzun düşünmeye gerek yok. Zaten sıra gecesi deyince akla hemen geliyor? Tabii ki musiki…
Sıra gecelerinde usta-çırak geleneği çerçevesinde icra edilen musikinin, Şanlıurfa’da müziğin gelişmesinde, yaygınlaşmasında, ses ve saz sanatçıların yetişmesinde önemli bir rolü olduğu tartışılamaz. Bir müzik aleti çalan veya güzel okuyanların buluştuğu sıra gecelerinde Klasik Türk Musikisi’nin en temel makamı sayılan rast gibi birçok makam yumağı (Uşşak, Hicaz, Kürdi) Şanlıurfa türkülerinde de kullanılmış. Arada hoyrat ve gazel de okunmuş. Musiki aşkını yüreğinde hisseden yetenekler sıra gecelerinde ustaları dinler, makamları öğrenir ve musiki bilgilerini geliştirirler. Hâl böyle olunca bu nitelikteki sıra gecelerine “halk konservatuvarı” demek daha doğru olur.
Urfa’nın bağrında sıra gezmede yetişen Mukim Tahir, Kel Hamza, Damburacı Derviş, Bekçi Bakır, Tenekeci Mahmut, Kazancı Bedih, İbrahim Tatlıses, Mehmet Özbek, Mahmut Coşkunses ve daha onlarca sanatkâr, ustalık dönemlerinde çıraklarına musiki eğitimi vermişler.
Bu gecelerdeki başka bir kurala göre müzik icra edilirken sohbet etmek hiç hoş karşılanmaz. Her sıra gecesinde mutlaka müzik icra edilir diye bir kural yok. Müzisyenlerin oluşturduğu sıra gecelerinde bile müzik, gecenin ancak belli bir bölümünde icra edilir. Çünkü sıra gecelerinin esas amacı sohbettir, paylaşmadır.
Musiki yapıldı, sohbetler gönüllere hoş geldi ve geldik konumuzun lezzetler bölümüne; sıranın vazgeçilmezi çiğ köftedir ve her sıra grubunda işinin hakkını verdiği bilinen biri tarafından yoğrulur. Şanlıurfa’nın dillere destan has yemeğini yoğurmak kadar, kullanılan malzemelerin kalitesi de çok önemlidir. Çiğ köfte kıvamını bulmaya başlarken yer sofraları serilir. Yörede yetişen ve çiğ köfteye çok yakışan pirpirim, kuzukulağı, tere, su yarpuzu ve benim çok severek yediğim hardal otu gibi yeşillikler sofraya konulur. Bostana gibi salata çeşitleri ve ayran da eksik olmaz. Ondan sonrasını ne siz sorun ne de ben söyleyeyim… Tabaklara belli bir miktarda konulan çiğ köfte sıkımları ikram edilir ve afiyetle şen-şakrak yenilir tabii! Genelde herkes tabağına konulan sıkımları yer bitirir. Aksi hâl, çiğ köfte lezzetinin yerinde olmadığına işarettir ve bu da ev sahibini üzebilir.
Sıra gecelerinde ikramın bol tutulmasına karşılık israftan kaçınılır. Sıra grupları tarafından önceden belirlenmiş yemeklerin dışında ilaveler yapılması hoş karşılanmaz. Eşitlik öneminden yola çıkarak herkes bu kurala uyar! Ha keza fazla bir ikramda bulunulursa “bunu davet kabul ettik, dolayısıyla sırayı tekrar yapacaksın” denilerek ceza dahi verilebilir.
Artık tatlı vakti gelmiştir. Şıllık, katmer, baklava veya daş ekmeği gibi yöresel tatlardan biri de yemeği taçlandırır.
Yenildi, içildi, musikiyle mest olundu. Derin sohbetlerle paylaşımlar arttı da arttı. Acılar ve mutluluklar paylaşıldı. Sosyal yardımlaşma ve dayanışma ağırlıklı düşüncelere yer verildi. Bu arada önemli bir bilgi daha; sıra arkadaşları kendi aralarında yardımlaştıkları gibi, bu gecelerde toplanan paralarla ihtiyacı olanlara da yardım ederler. Sanki bir dernek gibi çalışıyor bizim sıra gezenler. Vallahi böylesi bir sıra gecesine katılmak arzusu gittikçe artıyor bende. Bilmem bu iş nasıl olacak!..
Sırada bir de geleneksel oyun faslı var ki, yaşasın diyesim geliyor! Aynı eski günlerde olduğu gibi, elde ne varsa onunla oynanan oyunlar… Eğlenmek ve hoşça vakit geçirmek amacıyla sıra gecelerinde oynanan birçok oyundan özellikle “Tolaka ve Yüzük Fincan” oyunları oldukça seviliyor. Şimdi bir bakalım “Yüzük Fincan” nasıl oynanıyor; Oyun için bir tepsi, en az 5, en çok 10 mırra fincanı ve bir yüzük gerekli. Önce sıra arkadaşları iki takım oluşturur. Oyuna ilk başlayan takım tepsi üzerine ters konmuş fincanların bir tanesinin içine yüzüğü saklar. Tabii karşı takıma göstermeden! Diğer takım aralarında tartışarak yüzüğün hangi fincanın altında olduğunu bulmaya çalışır. Aranan fincanı bulduklarına inandıkları an takım temsilcisi fincanın üstüne dokunur. Fincan kaldırılmadan önce boş veya dolu olduğunu ifade etmek gerekir. Dolu der de yüzüğü bulursa takım 10 puan kazanır. Böylece sıra karşı takıma geçer. Eğer boş dediği fincanları tek tek kaldırırken yüzüğü bulursa sadece doğru bilerek kaldırdığı fincan sayısı kadar puan alır. Kaldırılmayan fincanların sayısı kadar puan diğer takıma yazılır. Yüzüğü bulana kadar ilk takım saklama işine devam eder. Önceden belirlenen puana erişince de oyun biter. Kaybeden takım ya sıra kasasına bir miktar para koyar ya da sıra arkadaşlarına bir şey ısmarlar. Kazansın veya kaybetsinler çok da önemli değil. Hoşça, dostça geçirilen saatleri kazandılar ya bu onlara yeter! Sıra gecesinin bittiğini hatırlatmak için son bir kez acı kahve ikram edilir, sonra bir dahaki buluşmaya kadar herkes evlerine dağılır.
Şanlıurfa’ya geldim, şehirlerin Şanlı’sına olan duygularıma yer verdim. Sıra gecesi ve geleneksel sıra geceleri hakkında gördüklerimi, öğrendiklerimi ve yaşadıklarımı sizlerle paylaştım. Artık bu geceleri birbirine karıştırmamak gibi bir hassasiyet göstermemiz gerekiyor. AKSİ HALDE GELENEKSEL SIRA GECELERİNİN RUHU ZEDELENİR. Öğrendiklerimden sonra da, Urfa’ya dışarıdan gelenlere veya Urfalılar’ın kendilerine yönelik olarak düzenlenen sadece musiki, yeme, içme ve eğlenmeye dayalı günümüzdeki sıra gecelerine başka bir tanımlama yapmak gerekir diye düşünüyorum… Ya siz ne dersiniz?
Yavaş yavaş sona geldik ve Abuzer Akbıyık kaynaklı bir cümleyle sizlere veda ediyorum…
Sıra geceleri; Âşıkların saz’a geldiği, Çırakların diz’e geldiği, Ustaların söz’e geldiği, Âriflerin öz’e geldiği, Yüreklerin yanıp köz’e geldiği, Gönül güzelliklerinin göz’e geldiği gecelerdir.
Kaynakça:( www.abuzerakbiyik.com.tr), ( www.millifolklor.com/tr/sayfalar/95/005.pdf Prof.Dr. Mine MENGİ -NÂBÎ’NİN ŞİİRLERİNDE URFA, İSTANBUL, HALEP – sayfa 46), ( Ensar Aslan – Ahi Evran Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Cilt 1, Sayı 1, 2014, sayfa 4-5-6), Sabri Kürkçüoğlu – Sıra Geceleri