“İnsanoğlunun var oluşundan bu yana güzele ve güzelliğe olan tutkusu, doğanın bize sunduğu biri yumuşak, diğeri sert karakterli iki malzemeyi bir bedende birleştirmesine sebep olmuş. O gün bu gün de yanar-döner sedef ve huzur dağıtan ahşap başlamışlar aşkların en güzelini yaşamaya…”
Artık onları ayıra bilene aşk olsun, dedirtecek kadar güçlü olan bu beraberlik, kökleri asırlar öncesine kadar dayanan geleneksel el sanatlarımızdan biridir. Sedef kakmacılığı ya da sedefkârlık adı verilen bu sanat dalını, ahşap üzerine sedefle bezeme yapma yöntemi olarak tanımlayalım. Bu işi yapanlara da sedefkâr deniliyor.
Sedef, midye ve istiridye gibi deniz hayvanlarının büyülü kabuklarının iç kısmında oluşan bir madde. En kaliteli sedefler, buharlaşma nedeniyle tuz oranı fazla olan sıcak denizlerdeki midye ve istiridyelerde bulunurmuş. İrileşmeye bırakılan midye ve istiridyeler sedef renklerinin fevkalade güzel ve koyu olması dolayısıyla da tercih sebebi. Ayrıca gökkuşağının renklerini yansıtan sedefin rahatlatıcı bir etkisi olduğu da söyleniyor. Haa bu arada istiridye deyip geçmeyelim! Anne yavrusunu karnında nasıl besleyip büyütüyorsa, istiridye de mücevherlerin şahı inciyi kabuklarının içinde koruyup kollayarak büyütüyor… O gerçekten ana! Hem de konumuzun ana malzemesi…
Keşfedildikten itibaren birçok amaç için kullanılmış olan sedef, beyaz, pırıltılı, sert ve fosforik özelliği ile, gözleri, gönülleri fethederek tarihin derinliklerinden bu yana süsleme işlerinin vazgeçilemez bir malzemesi olmuş. Sedef işlemeciliğinin ilk örneklerine Sümer mezar taşlarında rastlanmış, eski Mısır’da süsleme işlerinde ağırlıklı olarak kullanıldığı günümüze kadar gelen örneklerden biliniyor. Sonraları Uzakdoğu ülkelerinde (Hindistan,Tayland yani eski Siyam, Çin) benimsenir, gelişir ve yaygınlaşır. Ardından Selçuklular’la beraber çıktığı uzun yolculuk sonucu Anadolu topraklarına kadar gelir ve burayı kendine yurt edinir.
İşte geliş o geliş… Sedefkârlık 15. yüzyıldan itibaren Osmanlı süsleme sanatları arasında itibar görmeye başlamıştır. Sert ama bir o kadar da nazlı ve kırılgan olan sedef, ahşapta ona açılan yuvalarda sarılıp sarmalanır ve ortaya muhteşem eserler çıkarılmaya başlanır. Sedef kakmacılığı artık altın çağını yaşamaya başlamıştır. Bu ilgi öyle artar ki, ihtiyaca cevap verebilmek için İstanbul’da yüzlerce sedef atölyesi açılır ve beş bini aşan çalışanıyla gece-gündüz birbirinden güzel objeler üretilmeye başlanır.
Bu arada usta-çırak ilişkisi bağlamında birçok değerli sedefkâr yetişir. Osmanlı Sultanları’ndan İkinci Abdülhamid ünlü sedefkârlardan biriymiş. Devlet işlerinden vakit buldukça İstanbul Yıldız Sarayı’nda bulunan atölyesinde sedef işlemeciliği yaparmış.
Usta ellerin, inanılmaz bir yaratıcılıkla göz nuru, el emeği dökerek geliştirdikleri “oyma-kakma” yöntemiyle süsledikleri cami ve türbe kapıları, minberler, tahtlar, rahle ve konsollar, dolaplar, el ve duvar aynaları, nalınlar, oturma eşyaları, kılıç, bıçak ve hançer sapları, tüfek, tabanca kabzaları, sultan kayıklarının köşkleri, beşikler ve şimdi burada sıralayamayacağım kadar fazla objeler, sedefin gizemli pırıltılarından nasiplerini almışlar. İnsanları mutlu etmiş bu sanat dalı, artık ihtişamın bir sembolü haline gelmiştir. İlgimi çeken bir başka bilgi de Fatih Sultan Mehmet’in tabutunun tamamının sedefle kaplanmış olduğudur.
19. yüzyılın sonlarına doğru ve 20. yüzyılın ortalarına geldiğimizde bir dolu etken sedef kakmacılığının yavaş yavaş cazibesini kaybetmesine sebep olur. Zamanın son ustalarından Vasıf Usta’nın 1940 yılında hakkın rahmetine kavuşmasıyla da, bir zamanların ihtişam sembolü olan sedef kakmacılık sanatı duraklama dönemine girer.
Sedefle ahşabın aşkı öyle kolay kolay biter mi sanıyorsunuz? Tabii ki hayır… Türkiye’mizin hatır bilir kadim kenti ve Güneydoğu Anadolu’nun güneşi olan Gaziantep’in üretken ustaları tarafından 1963 yılında küllerinden yeniden doğar…
İlla da güzellik, hoşluk! diyen usta ellerin, yarım asırdan beri fevkalade bir beceri, sabır ve sınırsız yaratıcılıkla sedef kakmacılığını, malzemeleri, işleme şekilleri ve motiflerinin ruhuna sadık kalarak ve farklılıklar koyarak günümüzde yaşatıyor olmaları takdire şayan doğrusu. Eksik olmasınlar…
“Kırkambar Gaziantep” tarih, kültür ve sanat açısından bir hazine! Konumuz ne olursa olsun orada bulabileceğimiz inanılmaz geniş bir birikim var…
Şimdi buraya bir nokta koyalım ve geleneksel el sanatlarımızdan biri olan, gözleri kamaştıran, ruhu okşayan ve insanda hayranlık duygusunu uyandıran bu ezeli sanat dalını “Gaziantep el sanatlarından sedef kakmacılığını” biraz irdelemek üzere Gaziantep’e doğru yola koyulalım. Ne dersiniz? Gidelim, gidelim de bir bakalım orada dağarcığımıza daha neler neler katacağız…?
Kışın ortasında, sanki sonbahardan kalma pırıl pırıl ama bir o kadar da soğuk bir günde Gaziantep’teyim. Hafiften de öksürüyorum. Derde deva bir şeyler düşünmeye başlarken aklıma birden, burada oldukça fazla tüketilen “menengiç kahvesi” geldi. Otelde ayaküstü şifa niyetine keyifle içtiğim kahveden sonra şimdi ver elini Karşıyaka Mahallesi.
Yörede sedef kakma ustası denidiğinde akla gelen ilk isimlerden biri olan Remzi Demir’in bu mahallede olan iş yerine gitmek üzere hemen bir taksiye bindim. On dakika sonra üzerinde “Gümüş Tekin” yazılı levhası olan dört katlı ve koyu pembe boyalı binanın kapısından içeriye adımımı attım.
Sözleştiğimiz üzere orada beni bekleyen Remzi Usta’nın oğlu Muzaffer Demir tarafından sıcak bir merhabayla karşılandım. Tanıştık, karşılıklı hal-hatır sorduk. Orada hemen dikkatimi çeken ise, binanın asma katına çıkılan merdivenin olduğu duvarda, çerçevelenmiş onlarca fotoğraf, ustalık, başarı belgeleri ve gazete kupürleri oldu. İşte dedim içimden! Yarım asırlık bir iş yerinin geçmişi bu duvara da damga vurmuş. Ne mutlu onlara…
İçinde bulunduğumuz zemin katta raflar bakır ve sedef kakma ile yapılmış güzel görünüşlü hediyelik eşyalarla dolu. Bir an bu kocaman binada daha neler neler olabileceğini aklımdan geçirirken, Muzaffer Usta imdadıma yetişti ve beni alıp asansörle birinci kata çıkardı.
Aman Allahım! Baş döndürücü güzellikte binbir eşyanın ortasındayım şimdi. Nereye bakacağımı da şaşırmış bir vaziyetteyim anlayacağınız… Duvarlarda alt alta, yan yana asılmış onlarca kılıç, tabanca, tüfek, hançerler. Küçük duvar konsolları ve irili ufaklı aynalar, bastonlar güzellikleriyle aklımı başımdan aldı âdeta! Bu kadarla kalsa yine iyi. Koskocaman bir sergi alanındayım ve tabandan tavana her köşe sedef kakma işçiliğinin en güzel örnekleriyle dolu. Koltuk, kanepe, sehpa, baston, rahle, çeyiz sandıkları, kutular ve daha niceleri… İnanmayacaksınız ama burada bulunan bazı eşyaların üzerine binlerce sedef parçası işlenmiş! Allah’ım bu nasıl bir emek, nasıl bir sabır! Gelip görmek gerek…
Birlikte sedefle işlenmiş muhteşem oturma guruplarından birinin üzerine yerleştik. Muzaffer Usta’nın ikram ettiği mis gibi kokan çayı afiyetle yudumlarken kısa bir sohbete girdik bile. Burada sergilenen bütün eşyalar Sedefkâr Remzi Demir ve onun yetiştirdiği ustalar tarafından yapılmış. O ustalardan biri de 1965 yılında dünyaya gelen Muzaffer Usta. Babası bu işe başladığında daha bir yaşındaymış. Çocukluğunda ata mesleğini devam ettirmek arzusu geleceğini belirlemiş. Çıraklık dönemini babasının yanında geçirmiş. Sahip olduğu engin meslek birikimiyle Kültür ve Turizm Bakanlığı geleneksel el sanatları sanatkârı belgesine layık görülmüş. Ustam, gururla ve başarıyla baba mesleği olan sedef kakmacılığını sevgi ve heyecanla sürdürüyor.
“Babamın gölgesi çok ağırdı! Ustalarını çok kollardı ve son derece disiplinliydi. Her şeyin dört dörtlük olmasını isterdi. Oğlu olmam, bana atölyede asla bir ayrıcalık getirmedi… Canla başla mesleğin inceliklerini öğrendim. Açık öğretim üzerinden yüksekokulu (ekonomi) bitirdim. Sedefkârlık öylesine ağır bastı ki, başka işi gözüm görmedi. Bu arada babam emekli oldu. O günden bu yana işleri ben yürütüyorum.” Allah bağışlasın Muzaffer Usta beş çocuk babası. Oğulları Harun, Remzi ve Gökhan burada babalarıyla birlikte çalışıp aynı zamanda eğitimlerine devam ediyorlar. Üç kuşak aynı çatı altında! Babadan oğula demek böyle bir şey işte… Turistlerin uğrak yeri olan bu müze gibi binada bakır eşyalar da sergileniyor.
Bu sırada Gaziantep’in ezber bozan ustası Remzi Demir de namazdan döndü. Selamlaştık ve tanıştık. Gaziantep el sanatlarından sedef kakmacılığının babası olan ustamızın ağzından bu işin serüvenini duymak çok keyifli olacak doğrusu. Ustam 1937 yılında Gaziantep’te gözlerini dünyaya açmış. Maşallah hepsi vatana faydalı olmaya devam eden dokuz evlat sahibi. Yarım asrı geçkin bir zaman öncesinden piştol denilen çakmaklı tabanca tamiriyle başladığı iş azim, merak ve sahip olduğu yaratıcılık ruhuyla onu bu günlere kadar getirmiş.
“Ben çalışmayı çok severim” diye sözüne başladı yılların ustası “Yirmili yaşlarımda Fındık otobüsleriyle (bir zamanların Fındıklı Toros otobüs firması – sahibi Muhsin Ağa lakaplı Muhsin Kaleli) Kahramanmaraş, Malatya, Elazığ, Diyarbakır ve Mardin’e gider, dur durak demeden dolaşır, değerli gördüğüm eski eşyaları toplardım. Akşamın dar vakti Gaziantep’e döndüğümde Çukurbostan denilen mevkide olan garajlarda (Fıstıklı Garajı) inerdim. Eşyaları at arabasına yükledikten sonra eve getirmem neredeyse sabahı bulurdu. Daha ayağımın tozu silinmeden de tamirhaneye gider, az tamir gerektiren piştol ve tüfeklerle haşır-neşir olurdum.”
Remzi Usta bu şekilde antikacılığa attığı adımla beraber, tabanca tüfek kabzalarında bulunan sedef işçiliğiyle tanışır. “Kabza üzerinde hasar görmüş sedef kakmanın onarımını yapmaya da başladım. O zamanlar sedef yerine sedef görünümlü plastik pijama düğmelerini kullanırdık. Sedef kakma eşyaları benzerlerinin aslına uygun olarak imal etmek son derece heyecanlı bir dönemdi, çok şükür başardık! Böylece 1966 yılında tam teşekküllü bir imalathane kurma zamanı da artık gelmişti. İstanbul Kapalıçarşı’da bulunan antikacı esnafına gösterdiğim objeler son derece ilgi gördü. Adeta yok sattı. Başladık antika karakterli kabzaları sedef işlemeli binlerce piştol, tüfek, ayna ve kutular imal etmeye. İstanbul’a her gidişimde cami ve müzelere gider, Osmanlı sedef kakmacılığı eserlerini incelerdim. Çalışmalarımıza bu eserler büyük ışık tuttu. Gelişme dönemimiz böylece başladı, binlerce eşyaya imzamızı attık.” Remzi Usta’nın piştol deyince gözlerinin içi gülüyor, belli ki onlar ustamın göz bebeği. İmalatı genişletince sevgili piştollerine isimler koymuş; Yaba Kundaklı, Karabina, Paltalı vb. gibi.
“Rabbim yürü ya kulum dedi! Çalışkanlık ve dürüstlüğümüzün mükâfatını gördük… Aldığımız siparişlerin ardı arkası kesilmedi. Yanımda tam 45 kişi çalıştırıyordum. Karavana kaynar, biz de gece gündüz heyecanımızı hiç kaybetmeden sabırla çalışırdık. Binlerce piştol, hançer, kılıç ve daha bir dolu farklı objeyi Gaziantep’ten İspanya, İtalya, Japonya ve İngiltere’ye ihraç ettik. Arap Ülkeleri’nden ciddi rakamlarda siparişler aldık. Hiç biri geri gönderilmedi. Bir işi yaptın mı tam yapacaksın! Ben bu konuda çok titizim. Bugüne kadar 150 usta yetiştirdim. Yanımda çalışanlarla beraber evlerinde ve kendi atölyelerinde bana iş yapan 35 kişi var. Hepsinin beş kişilik aile fertleri olduğunu düşünürsek 175 kişi buradan ekmek yiyor. Hayatımda hiç karamsar olmadım. 47 yıl içinde ne banka, ne de devlet kredisine meyil etmedim. Sahip olduğum her şey kendi bileğimin gücüyle gerçekleşti. Ayrıca kazancıma da hiç haram katmadım. O zehri içmesi zor olur! Allah’a şükür biz huzurluyuz… Buraya gelenimiz gidenimiz çoktur. Bu da bizim işimizi ne kadar doğru ve kaliteli yaptığımızın bir göstergesidir!“ Remzi Usta artık emekli. Her sabah ya bismillah deyip kapıdan içeri adım atıp akşam dönüyor. Belli ki yıllardır severek yaptığı iş onu hep kendine çağırıyor… O tatlı dili, güler yüzüyle, enerjik hareketleriyle ve kültür donanımı ile mükemmel bir insan ve bu iş yerinin vazgeçilmez bir parçası…
Şimdi çok önemli bir noktaya değinmek istiyorum. Gaziantep’te sedef işlemeciliğinin ne geleneği ne de bu işi öğreten ustası hiç olmamış!
Olmamış ama Remzi Usta meraklı kişiliği, maharetli elleri, azmi ve yaratıcılık ruhuyla bir ilke imza atarak geleneksel el sanatlarımıza farklı bir boyut katmış. Böylece Gaziantep’e özgü sedef kakmacılığını dünyaya kazandırmış. Doğrusu eli öpülecek bir adam bizim Remzi Ustamız. Var olsun!
Bu güzel bilgilendirme sohbetinden sonra Muzaffer Usta’yla beraber, bir sokak ötede bulunan atölyeye gitmek üzere dışarı çıktık. Yol boyu ustam bana sedef kakmacılığı zanaatı hakkında bilgiler de veriyor. “Çok ciddi çalışma isteyen bir iştir sedefkârlık. Usta çırak ilişkisi bağlamında iyi bir eğitim şarttır. Malzemeleri iyi tanımak ve nasıl kullanılacağını çok iyi bilmek, yaratıcılık ruhunu geliştirmek için önemli eserleri incelemek ve feyiz almak gerektirir.” Elli metre yürüdük, yürümedik atölyeye geldik bile. Bu arada geniş alan kapsayan eşyaların sedefle işlendiği daha büyük bir atölyeleri olduğunu da öğrendim.
Bir merhabayla en fazla 16 metrekare olabileceğini tahmin ettiğim küçücük bir atölyeye girdik. İçeride üç usta harıl harıl çalışıyorlardı. Tanıştık! Ahmet, Hasan ve Mustafa Kaya aynı zamanda kardeşler. İşin erbabılar ve 35 yıldır bu işi yapıyorlar. Sedefin tozuyla daha çocukken tanışmışlar. Hasan Usta da Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan geleneksel el sanatları sanatkârı belgesi sahibi. Bir köşede soba yanıyor, küçük ama ortaya büyük işler çıkarılan tezgâhın üzerinde ise keski, kerpeten, mengene, çekiç gibi aletler ve midye kabukları duruyor. Değmeyin keyfime! Şimdi dört ustayla beraberim. Bu işin inceliklerini ve yarattıkları muhteşem eserlerin yapım aşamalarını onlardan başka bana daha iyi kim anlatabilir ki…?
Önce, dünyada sadece Gaziantep’te uygulanan sedef kakmacılığının farkını öğrenelim. Bizim yaratıcı ustalar sedefi pirinç, alüminyum gibi tellerle beraber işleyerek ezber bozup, ortaya fevkalade güzel eserler çıkarmışlar. Siparişler doğrultusunda gümüş ve altın teller de kullanıyorlarmış.
O kadar detaylı ki sedef kakmacılık, “Gümüş Tekin” firmasının sergileme salonunda gördüğümüz küçük ve büyük objelerin görücüye çıkarılacak hale gelmelerini aşama aşama anlatalım şimdi…
Dokusu işlenmeye çok müsait ağaçlardan üretilen eşyalar (gümüşlük, kanepe, sehpa, rahle vb.) marangozlar tarafından imal edildikten sonra, sedefle süsleme aşamasına başlamak üzere atölyelere getiriliyor. Gaziantep sedef kakmacılığında revaçta olan ağaç cinsi genelde ceviz ama özel siparişlerde gül, maun ağaçları da kullanılıyor. Bu ağaçların en az 2-3 yıl kurutulmaya bırakılıp ardından fırınlanmış olanı makbulmüş. Aksi takdirde sedef motifler bir süre sonra yuvasından çıkma tehlikesine maruz kalırmış.
İlk işimiz desen çizimi. Ürünlerin üzerine lale, karanfil, filiz, yıldız, benek, papatya, saksı, şeşberk, kare ve baklava gibi klasik motiflerin yanı sıra kalıplaşmamış motifler de çiziliyor. “İki yanlış, bir nakış! Yaratıcılık ruhu olduğu sürece ortaya çıkan her doğaçlama motif can alıcı güzellikte olur” diyen Hasan Usta, şu an elinde bulunan tahta kutuya elinde bir şablon olmadan çiçek motifleri çiziyor. Çok kısa bir zamanda kutucuk üzerinde gerçekleştirdiği çizim de bitti.
Ardından keski dediğimiz aletle motiflerin çevresinde açılan kanallara tel döşeniyor ve küçük çekiç darbeleriyle ağaca iyice gömülüyor. Sonra su ile inceltilmiş beyaz tutkal ince bir şekilde tellerin üzerine sürülüyor. Bu şekilde, bir olasılıkla tellerin yuvalarından çıkmaları engelleniyor. Ustalar bu işi o kadar seri yapıyorlar ki, takip etmekte zorlanıyorum âdeta. Eee senelerin birikimi değil mi ama!
Sıra geldi oyma işine. Muzaffer Usta mengeneye sıkıştırdığı tahta tepsi üzerinde motifleri oyma işine başladı bile. Elindeki keski ve çekiçle motiflerin içini 2-3 milimetre derinliğinde oyuyor. İki – üç darbede işlem tamamlanıyor. Oyma olayı da hiç ölçüp biçmeden göz kararıyla yapılıyor. Deseler ki gözlerin kapalı olarak yap! Vallahi yaparlar…
Bu arada atölyede dokuz kuş kafesinde bulunan kanaryalar, çekicin tık tık çıkarttığı seslere, sanki cevap verircesine cik cik cikcik ötüp atölyedekileri şenlendiriyorlar. Kafesler duvarlara asılmış. Bizim kanaryalar ustaların becerikli elleriyle yaptıkları işleri kuşbakışı seyrederek keyifleniyorlardır mutlaka… Bugün ballı, fıstıklı haşlanmış yumurta var öğle yemeklerinde! Hasan Usta onları çocuğu gibi kendi elleriyle ve sevgiyle besliyor.
Atölyede ustalar şen şakrak işlerine devam ediyorlar. Vallahi hepsi karınca gibi çalışıyor. Ahmet Usta elinde tuttuğu iri midye kabuklarını kerpetenle motiflere göre küçük parçalara ayırıyor. Midye kabukları hiç zorluk çıkarmadan parçalama işlemine boyun eğmiş vaziyetteler. Gaziantep sedefçiliğinde tercih edilen midye kabukları, Türkiye’de bulunan göl ve barajlardan sağlanıyor. Bu midye kabuklarının özelliği ise kalın, beyaz ve taşlanmaya dayanıklı olmaları. Gümüş Tekin İmalathanesi’ne midye kabukları Keban, Karakaya, Ankara ve Kırıkhan’dan geliyor. Ayrıca içleri boşaltılıp temizlenen ve kurutulduktan sonra işlenmeye hazır hale gelen kabuklardan bir seferde tonlarca satın alarak depoluyorlar. Tedbiri elden bırakmamakta her zaman fayda vardır…
Dördüncü işlemde sedef, elmas taşıyla önce inceltilip, düzleştirildikten sonra motiflere göre şekillendiriliyor. Ahmet Usta daha önce kerpetenle parçalara ayırdığı sedefleri yine göz kararı elmas taşına tutup şekil veriyor. Motiflere göre şekil almış sedef parçacıkları, beyaz tutkal ve ceviz ağacı tozuyla karıştırılarak elde edilen macunla, oyulmuş bölümlere yerleştirilip yapıştırılıyor. Bu yöntemle motifler arasındaki olası boşluklar özgün malzemeyle doldurulmuş oluyor. Ardından da yazın 24, kışın 48 saat kurumaya bırakılıyor.
Atölyedeki sobanın üzerine oturtulmuş çaydanlık artık fokurdamaya başladı. Birer bardak çay içmeyi hepimiz hak ettik ve öyle de yaptık. Çok emek isteyen bir iş bu doğrusu. Ustaları seyredip dinlerken ben çok yoruldum inanın… Bu arada kanaryalar serenatlarına devam ediyorlar. Burada olmak gerçekten çok güzel…
Gelelim silme işlemine; gerektiği kadar kuruyan objeler ince bir zımparayla, yapıştırma sonrası arta kalan macun çapakları temizleniyor. Böylece obje pürüzsüz bir yüzeye sahip oluyor. Sonra saf zeytinyağı sürülerek kurumaya bırakılıyor. Bu işlem sonucu objemiz cilalanmaya hazırdır. Gomalak denilen doğal reçinenin ispirtoda eritilmesiyle elde edilen özel karışımla üç kat cilalanıyor. Böylelikle eşyalar güzel bir parlaklık kazanıyor ve doğal etkenlerden korunuyor.
Eğer ürünümüzün koyu renk kazanmasını istiyorsak yakma işlemini yapmak gerek! Nasıl mı? Muzaffer Usta eline bildiğimiz piknik tüpüne bağlanmış alev püskürten küçük bir alet aldı. Alevin şiddetinin ayarlanabileceği bir mekanizması olan bu alete “pürmüz” deniliyor.. Daha önce sülfürik asit sürülmüş obje üzerinde alevleri bir kaç saniye dolaştırdı durdu. Sedef işlemelerin olduğu yerlerde oldukça dikkatliydi. Kısa bir süre sonra elindeki cevizden yapılmış kutucuk siyaha yakın bir görünüm kazandı. Ardından kutunun dış yüzeyine saf zeytinyağı sürülüp, tahta yağı iyice emsin diye dinlenmeye bırakıldı. Sonra bir kez daha zımparalanıp gomalakla cilalandı. Kutu becerikli eller tarafından görücüye çıkmaya hazır hale getirildi. Ustaların ellerine sağlık, kim bilir bu kutuyu kim kullanacak, kim sedefle ahşabın aşkına sevgiyle bakarken yüzünde güller açacak…
Bu arada sevgili ustalarımın yanından ayrılma zamanı da geldi çattı. Yine görüşmek umuduyla vedalaşıp, helalleştik.
Gaziantep el sanatlarından sedef kakmacılık oldukça detaylı bir zanaat. Bu işe gönül vermiş sevgili ustalarım aşk ve sabırla sedefkârlık ateşinin sönmemesi için çalışıyorlar. Güneydoğu’nun parlayan yıldızı Gaziantep’te kendilerini her gün yenileyerek sanatlarını sürdüren ustalar, yarattıkları birbirinden güzel eserlerin değer bilir insanların evlerini süslemek üzere alıp götürülmelerini bekliyorlar.
Zor koşullarda çalışıp-çabalayarak ahşapla sedefin aşkını gelecek nesillere sevdirmek için çalışan Gaziantepli ustalara kolay gelsin. Umarım emeklerinin karşılığını alırlar.
Sizin evinizde Gaziantep el sanatlarından olan sedef kakmacılığının güzel eserlerinden bir eşyanız var mı, en son ne zaman bir dostunuza bu güzel eşyalardan yapılmış bir hediye verdiniz?
El emeği göz nuru ve sabırla üretilen el sanatlarımız, günümüzde teknolojiye yenik düşmeye başladı bile. Ustalarımın dediği gibi alan yok, çırak yok, destek yok! Kültür değerlerimiz olan el sanatlarımıza sahip çıkmak boynumuzun borcu olsun! Hep beraber onları yaşayıp yaşatalım ve gelecek nesillere emanet edelim…
Kaynak:ipekyolununustalari.com – wikipedia