“Adam şalvarı giyer, kemeri beline sarar. Kasketini başına geçirir, eline tespihini dolar! Gül Şeftali Yemeniyi de ayağına giydikten sonra yeri göğü titrete titrete gezer, dolaşır.”
İkilemde kaldınız değil mi? Yemeniyi ayağına giyenler zaten anladı neden bahsedeceğimizi… Ya başa bağlayanlar? Onların biraz merak ettiklerini hissediyorum! O zaman konuya kısa bir açıklama getireyim: Anadolu’muzun bir çok yerinde başörtüsüne yemeni (yazma) denilirken, Güneydoğu Anadolu’da her tarafı hakiki deri olan, tamamı el emeği, göz nuruna dayanan topuksuz ve çok sıhhatli ayakkabıya “yemeni” deniliyor.
Yüzlerce yıllık geçmişi olan yemeni, ilk kez ayakkabıcıların piri olarak bilinen Yemen-i Ekber tarafından dikilmiş ve “yemeni” adını da ustanın geldiği yerden almış. Ardından yakın ülkelerde kendini göstermek için yollara çıkmış. Önce Suriye Halep’e, oradan da Gaziantep, Şanlıurfa, Kahramanmaraş, Mardin, Kilis, Adana ve Anadolu’nun bazı şehirlerine yayılmış. Halkın yaşamında da önemli yer tutan bir zanaat dalı olmuş.
Gelin, biz şimdi Gaziantep geleneksel el sanatlarından yemeniciliği biraz irdeleyelim! Gaziantep’teki en doğru adrese “Yemenici Orhan Usta’ya” gidelim. Gidelim, gidelim de bir bakalım orada dağarcığımıza neler katacağız?
Gaziantep’te yıllardır tarihsel ve kültürel birikiminin ortaya çıkarılması, korunması ve gelecek nesillere aktarılmasına dönük pek çok proje hayata geçirildi. 2012 yılında da Şahinbey Belediyesi Tarihi Gümrük Hanı’nın restorasyonunu gerçekleştirdikten sonra “Yaşayan Müze” kimliğiyle hizmete açtı. Artık tarihi hanın onlarca odasında kaybolmaya yüz tutmuş geleneksel el sanatlarımızın üretim ve satışları yapılıyor.
Şansıma havanın çok güzel olduğu bir gün yaşayan müzenin yolunu tuttum. Dikdörtgen planlı ve iki katlı tarihi hanın geniş avlusu etrafına sıralanmış onlarca odasından, kapısında “Yemenicilik” yazılı olanına girdim.
Dükkâna adım atar atmaz da kendimi duvarlarda asılı olan rengârenk yemenilerin büyüsüne kaptırmaktan alıkoyamadım! Sanki bir masal dünyasındayım, burada olan her parça kendi içinde gizemli ve hayran kalınası güzellikte.
İçeride Yemenici Orhan Usta’nın “baba yadigârı” ve Gaziantep’te yemenicilik zanaatının en eski ve son ustalarından Mehmet Usta var. Elindeki işine odaklanmışken, hafiften mırıldandığı türküsünü yarıda kesip beni selamladı. O bu dükkânın vazgeçilemez bir parçası ve varlığıyla burayı daha da bir renklendiriyor.
Sırtını birbirinden farklı desen ve renkleriyle göz kamaştıran yemenilerin istiflendiği raflara vermiş. Yerden çok yüksek olmayan bir tabureye oturmuş, dizlerinin altına kadar uzanan önlüğünü de boynuna takmış. Önünde, üstü yaptığı iş için gerekli aletlerin bulunduğu alçak bir masa duruyor. Gaziantep misafirperverliğiyle oturmam için hemen yanı başındaki sandalyeyi gösterdi.
Mehmet Sağır Ekmekçi ustayı bir zamandır tanırım, sohbetine hiç doyum olmaz doğrusu. Oturdum ve başladık konuşmaya. Hal-hatır sorup, dumanı üstünde bir kaç bardak çay içerken sohbeti iyice koyulaştırdık. Yemeniden açtım kapıyı, yemeniciliği ondan daha iyi kim anlatabilir ki? Dile kolay tam 66 koca yıldır bıkıp usanmadan yemeni dikiyor! Neredeyse bu işi gözü kapalı yapar kıvama geleli onlarca yıl olmuş.
Elindeki yemeniyi çift iğneyle inanılmaz bir çabuklukla ve okşarcasına dikerken, 80 yaşında gönlü genç Kilis’li ustayı seyretmek pek keyif verici oldu.
İlkokul 2. sınıfa giderken babası vefat eder. 12 yaşına gelip ilkokul diplomasını aldıktan sonra “eti senin, kemiği benim” anlayışıyla onu bir yemenici ustasının yanına çırak olarak verirler. 8 yıl yarım kalfalık yapar. “Zor meslek, güç öğrendim” diyen Mehmet Sağır Ekmekçi Usta, askerden döndükten sonra kalfalığa geçer. 25 yaşına girdiği günlerde de nihayet “usta” mertebesine ulaşır. Sonra Antep’e Yemenici Hayri Usta’nın yanına gelir ve 20 yıl beraber çalışırlar. “Hayri usta vefat ettikten sonra oğlu Orhan yemeniciliğe el attı. Farklı renkler ve modellerle yemenilerde albeni sağladı. Baba yadigarı diye de elimden tuttu. Hep yanımda! Hep yanındayım…”
Birden gözleri nemlendi sevgili ustamın, belli ki çok duygulandı. Derin bir nefes aldıktan sonra da işine devam etti. Hepimiz geriye dönüp baktığımızda, yaşanmışlıkların ruhumuzda bıraktığı izlerle yüzleşmez miyiz?
1920 lerde Gaziantep’te 400 e yakın yemenici dükkânı olduğu söylenir. Derken hızla gelişen teknoloji yüzyıllardır süregelen alışkanlıkları ve yaşam biçimlerini süratle değiştirmeye başlar ve dengeler bozulur. Babadan oğula, ustadan çırağa aktarılan geleneksel el sanatlarımız da bu değişimden olumsuz olarak etkilenir.
Ustamın dediği gibi; “Bir zamanlar Gaziantep ve Kilis’te çok köşker vardı. Fabrikasyon ayakkabı imalatı, el emeği ve göz nuru dökülerek özenle hazırlanan yemenilerin yerini aldı. Köşkerlik te Kelaynak kuşları gibi yok oldu…”
Şimdi burada duralım ve bir bakalım köşker ne demekmiş! Gaziantep’te Yemeniciliğe köşkercilik yemenicilereköşker, yemeni ustalarına da köşker ustası denilmekte. Dilimize Farsça’dan giren ve aslı “kevsger” olan bu sözcük yemeni dikicisi, ayakkabı tamircisi anlamına geliyor. Daha sonraları da değişime uğrayarak önce koşkar sonra daköşker’e dönüşmüş.
Mehmet Ustam yemeni malzemelerini özellikleriyle anlatmaya başladı: “Bir çift yemenide tabaklanmış tam beş farklı hayvan derisi kullanılır. Taban için manda ve sığır derisi (gön) gerekli, çünkü bu deriler dayanıklı olurlar.”
“Yüz kısmında keçi derisi (sahtiyan) iç tarafına gelen astar için koyun derisi tercih edilir. Sahtiyanın dört rengi var:Siyah, gül şeftali (parlak kırmızı), annubi (mor) ve sarı. Koyun ve keçi derileri ince olup işlenmesi kolaydır. İç taban astarına ise yine koyun derisi kullanılır. Tabi bunun da bir sebebi var. Tuzla işlenen koyun derisi ayakta mantar, koku ve ter oluşmasını önler! Kenarlarına oğlak derisi (sızı) gereklidir, çok ince ve sağlamdır. Ayrıca üst tabanla alt taban arasına konulan ince bir tabaka kil, vücudun elektriğini toprağa verir.” Yani kullanılan malzemelerin hepsi doğal. Şimdi siz söyleyin! Yemeni sağlıklı bir ayakkabı değildir de nedir?
Yemeni için gerekli malzemeler hazırlandıktan sonra, sıra geldi çatma işine. “Çeşitli aşamalardan geçip tabaklandıktan sonra, kök boyalarla boyanan deriler yemeni imalatına hazır hale getirilir. Ayak büyüklüğüne göre tabanlık, taban astarı, yüz parçaları formunda keskiyle kesilir. Tabanlık, taban astarı ve yüz bu sıralamaya göre dikilir. Çirişle yapıştırıldıktan sonra, çift iğneyle karşılıklı tersten dikilir ve yüze çevrilip kalıba çekilir. Muşta, falçata, ihval, keski, biz, peşkeş ve kerpeten gibi aletlerle de düzeltmeleri yapılır. Taban kenarlarına süs dikişleri de atıldıktan sonra bir gün kalıpta bırakılır. “Bir yemenide tam 250 dikiş vardır” diyen ustam bir yemeninin dikişi için bütün gün çalışıyor. “Dikiş için saf pamuk ipliği kullanılır. Derilere kolayca geçmesi ve çürümemesi için de ipe balmumu sürülür.”
“Bir çift yemeni ayağa giyilecek haline tam beş günde geliyor.” Ardından da sağ ve sol yemeni iple birbirine bağlanarak görücüye çıkarılıyor. Nasıl da güzel görünüyorlar bir bilseniz! Mutlaka buraya gelip yerinde görmeniz gerekir bu güzelliği diye düşünüyorum.
Bu kadar konuşmadan sonra ince belli bardaklardan iyi demlenmiş bir kaç bardak çay içmeyi ikimiz de hak ettik. İşte tam bu arada hayat dolu sevgili ustam başladı yanık sesiyle türkü söylemeye Hem de içinde bizim yemeni var…
Ayağına giymiş kara yemeni,
Sallanma sevdiğim öldürdün beni…
Diye devam eden türküyü birlikte ve keyifle sonuna kadar söyledik, şenlendik!
Artık renklerine göre yemeni modellerini sıralayabiliriz. Siyah (siyah yemeni, merkup, pantof, kulaklı. Mor ( annubi.Kırmızı (gülşeftali ve narçiçeği).
Mehmet Usta’nın çıraklık başlangıcında ilk öğrendiği, ayak numaralarına göre kalıp isimleriymiş. “Ustam banaZegenderi ver dediğinde, benim hemen ona 38-39 numara kalıbı getirmem gerekiyordu!” Kalıplar küçükten büyüğe doğru numaralarına göre de şöyle adlandırılıyor: Metelik, küçük hasbe, büyük hasbe, vastani, orta ayak, zegender, ges, lorba, uzger, uluayak ve zelber. Ne hoş isimler değil mi?
Son olarak ta gelelim şekillerine göre yemeni isimlerine: Halebi genelde köylüler tarafından giyilen bir model ve Halep’te geliştirildiği için bu adı almış. Merkup sosyal konumu iyi olanlar tarafından tercih edilmiş. Burnu sivriköylüler tarafından kullanılırken, Kulağı uzun da şehirde giyilirmiş. Eğri simli ise köylerde kadınlar ve gelinlerin tercih ettiği gümüş telle işlemeli bir model. Ayrıca çiftçilerin, çobanların ve bekçilerin giydiği yemeniye Postal, yine köylerde de gelinlerin giydiği kısa çizmeye Edik deniliyor.
Şimdi buraya bir nokta koyalım! Yemeni hakkında öğrendiklerimi size anladığım gibi özetle aktardım. Bu yemenicilik gerçekten zor zanaat, incelik isteyen zanaat… Geniş detayları olan ve el emeğinin, göz nurunun geçerli olduğu bu mesleği öğrenmek bence hiç te kolay değil! Hakkının verilmesi gerek…
Böylece Mehmet Sağır Usta’nın yanından ayrılma zamanı da geldi çattı. Yine görüşmek umuduyla vedalaştık. Kucaklaşıp, helâlleştik. Ustam eksik olmayasın…
YEMENİYİ HOLLYWOOD’a TAŞIYAN ORHAN USTA
Gaziantep’te yemenici ustası denilince ilk akla gelen isim Orhan Çakıroğlu… Nasıl gelmesin ki? O yemenicilikte devrim yapmış, ezber bozan yemenilerle kaybolmaya yüz tutan bu meslek dalının tekrar canlanmasını sağlamış Orhan ustamız! Sayesinde Gaziantep denilince akla gelen baklava ve fıstığın yanı sıra yemeni de başrollerde yerini almış….
Bu noktaya kadar nasıl geldiğini bize Orhan Usta’dan başka kimse anlatamaz değil mi? Öyleyse bir zamanlar dip dibe yüzlerce yemenicinin bulunduğu Şehitler caddesine doğru yola koyulalım ve ustamızın yanına gidelim. Günümüzde bu cadde üzerinde sadece iki yemenici kalmış olduğunu da bu arada belirtmek isterim. Tarihi Kemikli Bedesteni’yle aynı sırada olan ustamızın “baba mirası” dükkânının ön cephesini cıvıl cıvıl renkleriyle, öbek öbek asılı yüzlerce yemeni süslüyor. Camlı giriş kapısının en üst kısmında ise “Yemenici Hayri Usta – Orhan Çakıroğlu” yazılı minicik bir tabela var. Mütevazi küçücük bir mekân ama içeride öyle büyük işlere imza atılmış ki, gurur verici doğrusu…
Kapıdan içeri adım atar atmaz tavandan sarkan ve rafları süsleyen yüzlerce yemeni tarafından karşılanmak bende çok hoş bir duygu yarattı. Ustamla selamlaştıktan sonra bile gözlerimi bin bir renkte ve modelde yapılmış yemenilerden alamadım. Hemen çaylar ısmarlandı. Hoş-beş derken, 130 yıldır yemenicilik yapan Çakıroğlu ailesinin 4. kuşak temsilcisi ve Gaziantep’in gözde yemenicisiyle bir söyleşiye girdik.
“Ben yemenilerin içinde büyüdüm. Ailemin en küçüğü ve tek erkek çocuğuyum. Çok iyi hatırlarım. Sayacılara getir-götür işleri benden sorulurdu. Yemeniciliğin getirisi az bir meslek olduğunu keşfeden babam, ilkokula başladığımda beni dükkândan uzak tutmak istedi. O zamanlar hor görülen bir mesleği yapmayı ben de istemiyordum zaten. Hatta babamın yemenici ustası olmasından bile utanırdım!”
Askere gidene kadar bir kamyon tamircisi yanında kalfa olarak çalışır. Daha sonra kanamaya başlayan yemenicilik zanaatı babası Hayri Usta’ya dükkâna kilit vurdurur. Orhan Usta askerden dönünce, şimdi içinde bulunduğumuz dükkânda kitap ve kırtasiye ticaretine atılır. Bir zamanlar babasının yaptığı ve elde kalan yemenilerden bir ikisini de rafların ucuna iliştirir. Bir de ne görsün! Yemeniler su gibi satılıyor. Bir köşede iki sıra halinde asılı olan yemeniler kısa zamanda bütün dükkânı kaplar. Artık Orhan Çakıroğlu ata mesleğine geri dönmüştür…!
Cesaretle yemenide siyah ve kırmızı tabusunu kırar ve gökkuşağının bütün renklerini kullanmaya başlar. Ayakkabı modasını da takip ederek özgün modeller tasarlar ve uygular. Tam 14 farklı renk kullanarak 10 yılı aşan bir zaman içinde sayıları 65′ i bulan model üretir. Artık dur-durak yoktur ustaya, damarlarında yemeni aşkı akmaya başlamıştır bile…
“Baba mesleğine 30 yaşında başladım, bırakayım dedim ama gördüğünüz gibi olmadı. Demek ki yemenicilik benim ruhumda saklı duruyormuş!” diyen Orhan Usta yemeniler için gereken bütün malzemeleri titizlikle kendi hazırlıyor, hatta yine kendi geliştirdiği bir yöntemle derileri bile kendi boyuyor.
Yeni modelleri büyük beğeni kazanır, hele modellerin tarih esintili isimleri çok ilgi çekici: Afrodit Sandalet, Osmanlı Çarık, Edik Çarık, Truva Postalı ve Truva Çizme, Oyalı Yemeni, Zeugma Sandalet gibi…
Emeği dikkat çekmeye başlamıştır artık. “Zerda” dizisinde kullanılmak üzere ayakkabı siparişi alınca işleri oldukça artar, yemeni de hak ettiği yere oturur. Derken ustamızın yemenileri Muğla’da dünyanın en büyük film yapım ve TV yayın şirketlerinden olan “Warner Bross” için çalışan bir kostümcü tarafından keşfedilir. 21 farklı model hazırlanır ve şirketin seçici kurulunda görücüye çıkar, modeller hayranlık kazanır. Artık Gaziantepli yemeniler Harry Potter filmiyle Hollywood’a ayak basmıştır. Ardından bir başarı diğer başarıyı takip eder. Truva, Kral Henry, Dragon ve son olarak ta Spartacus 2 filmine yüzlerce yemeni yapar.
Truva filminde Aşil’in (Brad Pitt) topuğundan vurulma sahnesi için acilen 5 çift çizme siparişi alır. Usta ve ekibi hemen işe koyulurlar ve iki günde siparişler yerini bulur! Brad Pitt de teşekkür mahiyetinde ustaya imzalı bir fotoğrafını gönderir. Şimdi o fotoğraf dükkânda baş köşede asılı. Pek hoşuma gitti doğrusu. İşte değer bilmek böyle bir şey…
Allah bağışlasın üç yetişkin çocuk sahibi olan Orhan ustaya, Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan ustalık belgesi verilir. Bu kadar başarı için hak edilmiş bir belge bu doğrusu.
Çalışmalarını halen yeğeni Bülent ile birlikte yürüten usta, oğlunun da yemeniciliği akademik düzeyde devam ettireceğine inanıyor.
Gaziantep’in kültür temsilcisi Orhan Çakıroğlu usta unutulan yemeniyi yaşatmayı başardı. Dünyaya tanıttı. Rahmetli Babası “Hayri Usta’nın” adını da yaşatmaya devam ediyor. Ne mutlu ona. Var olsun..
Kaynak: www.yemenicihayriusta.com.tr