Seyyahların piri Evliya Çelebi, 1641-1671 yılları arasında uzun yolculuklardan sonra iki kez Gaziantep’e gelir, gezer-dolaşır. Bölgeyle ilgili izlenimlerini en ince detaylarına kadar bugün bile keyif ve merakla okuduğumuz “Seyahatname” ismini verdiği eserinde dile getirir.
“Bu şehri anlatmaya, ne dil ne de kalem yeter! Dünya yüzünden geniş bir ili, göz alıcı büyük yapıları, her yerden aranan eşyası, birçok mezraları, bolluk ve verimliliği, bitimsiz yiyecek-içecek pınarları ve ırmaklarıyla, burası Şehr-i Ayıntab-ı Cihan, sözün kısası dünyanın gözbebeği bir şehirdir…” diyerek noktalar ve Gaziantep’in o zamanlar bile, farkını ortaya koyabilmiş bir şehir olduğunu vurgular…
Bugün Gaziantep, tarihi dokusu, eşsiz doğal güzellikleri ile geleneksel değerlerini koruyup modernleşerek yaşatan ve yaşanılası bir kent olmaya devam ediyor. “Dünya’nın gözbebeği” bir şehir tanımlamasının çok yakıştığı Gazi şehrim, albenisiyle dünya’yı kendine çekiyor.
Gökkuşağının bütün renklerini bağrında barındıran, içine bir girdiniz mi bir daha asla çıkamayacağınız ve çıkmak istemeyeceğiniz bir kent burası! Gaziantep insanda bağımlılık yaratıyor aklınızda bulunsun!
Gelin, biz şimdi buraya bir nokta koyalım ve Gazi kentimizin vazgeçilmez değerlerinden olan kutnu kumaş dokumacılığını (kutnuculuk) tanıyıp anlamak üzere yola koyulalım. Haydi o zaman, ver elini Gazi Şehir Antep…
Ülkemizde hızla gelişen teknoloji yüzyıllardır süregelen alışkanlıkları ve yaşam biçimlerini süratle değiştirmeye başlayınca, dengeler bozulur. Geleneksel el sanatları da bu değişimden olumsuz olarak etkilenerek birer birer kan kaybetmeye başlar. Asırlar boyu çok çeşitli şekilde ve onca zahmetlerle babadan oğula, ustadan çırağa aktarılan geleneksel el sanatları, aynı zamanda bir yöreye özgü kültürün de aynasıdır! Dolayısıyla bunların yaşatılmaları gerektiğini hepimiz çok iyi biliyoruz. Bu bilinçle hareket eden Gaziantep, kaybolmaya yüz tutmuş geleneksel el sanatlarını tekrar canlandırmak üzere çeşitli projeler üretip, yöreye özgü canım zanaat dallarına can suyu veriyor. Gaziantep’in tarihsel ve kültürel mirasına bu denli sahip çıkması hem çok güzel hem de takdire şayan doğrusu.
Bu defa sırf kutnu kumaşı araştırmak için geldiğim Gaziantep, her zamanki gibi kapılarını bana ardına kadar açtı. Merhabasını yürekten hissettim benim sevgili şehrimin… Bu kente gelen herkese kucak açılması adettendir!
Biraz dolaştıktan sonra bana kutnuculuk üzerine detaylı bilgi verebilecek bir usta bulma telaşıyla tarihi Bakırcılar Çarşısı’ndan geçerek aranmaya başladım. Ah bu çarşının kulağıma ve ruhuma hoş gelen sesleri yok mu? Burada bakır işlenirken çıkan sesler “çın çın çınçınçın çın” diye devam ettikçe kuşlar kadar hafif hissettim kendimi. Tanış-biliş çarşı esnafını selamlayıp yoluma devam ederken bir de ne göreyim? Bakırcılar Çarşısı’nın Uzun Çarşı denilen girişinde bulunan ve penceresindeki siyah zemin üzerine “Kutnu Kumaşçısı KÜBBÜŞAH” yazılı minicik tabelası olan bir dükkân karşıma çıkmasın mı? İşte o anda çocuklar gibi sevindiğimi söylemeden geçemeyeceğim. İçimden, “işte tam burası” diyerek dışarıdan dükkâna şöyle bir baktım… Kapı önündeki tezgâhın üzerine özenle yerleştirilerek sergilenen kutnu kumaştan yapılmış rengârenk ürünler, insanı bakmadan, dokunmadan geçirmeyecek kadar çekici…
Bir merhabayla girdiğim dükkânın üç duvarı da tabandan tavana kadar raflarla kaplı. Bunların üzerinde sayısını tahmin bile edemeyeceğim kadar çok sayıda kutnu kumaştan yapılmış rengârenk şallar, örtüler, yastık yüzleri, çantalar, kravatlar ve daha neler neler üst üste istiflenip görücüye çıkarılmışlar.
Hafiften kumaş kokusu sinmiş bu dükkân bana pek huzur verici geldi. Masanın hemen yanı başındaki rafta duran minicik bir radyodan etrafa yayılan Türk Sanat Müziği’nin eşsiz nağmeleri, dükkâna adım attığım anda oturduğu yerden kalkarak beni karşılayan beyefendi tarafından kesildi. Tanıştık! Sonra da O’na kısaca derdimi anlattım.
Güler yüzle bana gösterdiği tabureye gönül rahatlığıyla ve derin bir iç çekerek oturdum. İkram ettiği kahveyi yudumlarken de laf lafı açtı ve biz dalıverdik kutnu sohbetine.
Kasım Kaygın Gaziantepli ve 48 yaşında. Allah bağışlasın üç evlat sahibi. Daha on üç yaşındayken babası vefat edince kendini zorlu çalışma hayatının tam orta yerinde bulur. Daha çocukluğunu bile yaşayamadan da küçük yaşlarda oldukça ağır yüklerin altına girmek zorunda kalır. Kendini bildi bileli çekme tezgâh tekstil işinde çalışan Kasım Usta, tam yedi yıl önce Bakırcılar Çarşısı 7 numaradaki bu dükkânı açar ve kutnu kumaştan elde edilen ürünleri satmaya başlar. Bu arada kanında dolaşmaya başlayan kutnuculuk sevdası onu yeni bir yola sokar. Üç yıl önce Gaziantep’in eski kutnu ustalarından Hüseyin Mekikçi’ye ortak olur ve İki ortak kutnu kumaş imalatını birlikte yapmaya başlarlar. Uzun bir zamandan beri kan kaybeden geleneksel el sanatlarından kutnuculuğu ayakta tutabilmenin zorluklarına da beraberce göğüs germeye devam ediyorlar…
Kutnu denince Kasım Usta’nın gözlerinin içi gülüyor. Bugün şanslı günümde olmalıyım ki doğru adrese gelmişim… Hem de ne şans! Kutnu kumaşın dokuma konumuna gelene kadar hangi aşamalardan geçtiğini yerinde görüp öğrenmek üzere beni, ortağı Hüseyin Mekikçi Usta’yla birlikte işlettiği imalathaneye götürmeye bile söz verdi. Ertesi gün oraya gitmek üzere sözleştik. Sağolsun…
Kasım Usta heyecan ve aşkla bana kutnuyu anlatmaya başladı; “Kutnu kumaş deyip geçilmesin sakın! Bu kumaş çeşidi Gaziantep’in vazgeçilmez değerlerinden biri olup tarihi bir kumaştır. Yüzyıllardan bu yana Türkiye’de sadece Gaziantep’te dokunan ve hammaddesi ipek ile pamuk olan el dokuması kumaş türüne kutnu kumaş denilir. Kumaşımız geçmişte ahşaptan yapılmış kamçılı çekme tezgâhta mekikle dokuma tekniği kullanılarak dokunurken, günümüzde teknik açıdan çok gelişmiş farklı tezgâhlar kullanılıyor. Ama dokuma tekniği hep aynı kalmıştır. Zamanla doğal ipeğin bulunması güçleşince alternatif olarak tamamen bitkilerden elde edilen suni ipek (floş) kullanılmaya başlandı. Sentetikten uzak sağlıklı bir kumaş türü olduğunu da söylemeden geçemeyeceğim.”
Sohbetimiz devam ederken dükkâna giren birkaç hanımefendiyi saygı ve güler yüzle selamlayıp, aradıkları kutnu şallardan onlarcasını tezgâh üzerine el çabukluğu ve sevgiyle yayarken, aynı anda kutnu kumaş hakkında kısa ve öz bilgiler vermeye başladı. Hanımefendilerin almaya karar verdikleri şalları özenle şeffaf paketlere yerleştirirken içlerine kutnu kumaşın özelliklerini anlatan kısa bir bilgi notunu koymayı da ihmal etmedi. Ustamız kendi bastırdığı broşürlerle Gaziantepli kutnu kumaşın detaylarıyla tanınmasına karınca kararınca yardımcı oluyor.
Kasım Usta işini bitirdikten sonra sözüne kaldığı yerden devam etmeye başladı; “Kutnu kumaşın satış tezgâhına gelene kadar geçirdiği aşamalar oldukça zahmetlidir, çok sabır ve itina ister. Bu işe gönül vermeyen zaten yapamaz. Çok kıymetli olan kutnu kumaşçılığın el emeği çok, kazancı maalesef azdır. Bu işten ancak başkalarına yük olmadan geçinebilecek kadar kazanılıyor” dedikten sonra yeni gelen müşterilere yöneldi. Ayak mı sürttüm ne? Maşallah kutnu kumaşı soranların ardı arkası kesilmiyor sanki. Bu çok güzel bir işaret…
Tadı damağımda kalan kahveye ve tatlı sohbete teşekkür ettikten sonra kaşla göz arasında Kasım Usta ile vedalaşıp bu şirin dükkândan ayrıldım.
Yarın imalathaneye gidene kadar “kutnuculuk” hakkında topladığım bilgileri size kısaca aktarmama ne dersiniz? O kadar detaylı ki bu kutnu kumaş konusu, hemen içine girip ilerlemede fayda var.
Anadolu Selçukluları zamanında Anadolu’da başlayan kutnu kumaş geleneği, Osmanlı döneminde devam etmiş ve 16. yüzyıldan itibaren Gaziantep’te dokunmaya başlanmış. Antepli ustaların marifetli elleriyle sabır, el emeği ve göz nuru dökerek ürettikleri kutnu kumaş, kendine has canlı renk ve motifleriyle geniş bir coğrafyada dikkat çekerken oldukça da talep görmüş. Öyle ki zarafet, ihtişam ve estetik ifade eden kutnu kumaştan Osmanlı Sultanları’na kaftanlar dikilmiş ve “saray kumaşı” olarak kabul görmüş.Gösterişli giyinmek isteyen insanların asla vazgeçemedikleri kumaş çeşidi olmuş bizim kutnu! Zamanla kadın-erkek tüm halkın kullandığı bir kumaş haline gelmiş. üç etek, entari ve şalvarlar dikilmiş, düğün-bayram giysisi olarak sandıklarda saklanmış, sırası geldiğinde de çıkarılıp giyilmiş.
Evlerde misafirlerin altına kutnu kumaş kaplı döşekler, minderler serilmiş. Anadolu’nun bağrından çıkan türkülerde kutnu hep çok özel bir kumaş çeşidi olarak vurgulanmış. Bir dörtlükle devam edelim.
Kutnu Döşek Yüzledim
Yere Vurdum Düzledim
El Kızı Benim Neyimdi
Girdim Çıktım Gözledim…
Bunun gibi daha onlarca dize var ama hepsine burada yer vermek de mümkün değil. Bu başlı başına bir konu zaten. O zaman bu kadarla bırakalım.
Öyle kıymetliymiş ki kutnu kumaş, eskiden Tokat’ın Cihet kasabasında düğün-dernek geleneklerine göre, gelin kızın annesine kutnu kumaştan bir entari alınması mutlakmış. Günümüzde bu geleneği altına çevirmişler…
Saray kumaşı kutnu günümüzde folklorik kıyafetlerde kullanıldığı gibi çeşitli aksesuarlar, turistik giysi, çanta, terlik, yastık kılıfı ve perdelik olarak da kullanılmaktadır. Son yıllarda modacıların dikkatini çekip podyumlara çıktığını duyuyoruz. Umalım arkası gelsin…
Kutnu kumaşta desen, parlak ve mat çizgilerin yan yana gelmesiyle oluşuyor. Ayrıca bu desenlerin üzerinde başta çiçek olmak üzere çeşitli motifler kullanılıyor. Kumaşımız “kutnu, alaca ve meydaniye” olmak üzere üçe ayrılıyor. Hindiye, Zencirli, Kemha, Darcı, Sedefli, Mekkavi, Cütari, Rehvancıoğlu, Kırkalem, Sultan, Osmaniye, Mehtap, Mercan, Sedyeli veya Çiçekli gibi altmıştan fazla isimle adlandırılan kutnunun hâkim rengi sarı. Altın rengindeki sarı renk kumaşa canlılık vermenin yanı sıra doğal bir parlaklık da sağlıyor. Genel olarak kullanılan sarı, kırmızı, mor, yeşil, bordo, pembe, mavi ve siyah gibi ana renklerin yanında dokunacak motife göre ara renkler de belirleniyor. Bir dönem mor rengi elde etmek o kadar zormuş ki çok özel kabul edilerek saray dışında bu renk dokuma kumaş giyilmesi bir ara yasaklanmış. Ammaaa, o zamanlar bu rengi sadece ve sadece Antepli ustalar elde etmeyi başarıyorlarmış… Ahh benim canım ustalarım! Siz farklılığınızı asırlar öncesinde ortaya koymuşsunuz zaten, ellerinize sağlık, size de bu yakışır!
Bir zamanlar her köşesi neredeyse dutluk ve kavaklık olan Gaziantep’te, kutnu kumaş dokuması için”gerekli olan ipeğin Antepliler tarafından üretildiği bilgisi kulağıma geldi. Bu nedenle kentte ipekçilik almış başını yürümüş. Öyle ki günümüzde Gaziantep Lisesi’nin olduğu mekân o zamanlar Dar’ül Harir denilen ipekçilik okuluymuş ve burada çok iyi ustalar yetişmiş.
Sabahları erkenden omuzlarına ipek toplarını yüklenen ustalar, Kürkçü Hanı’na gidip duvarlara çaktıkları demir kazıkların arasına çile haline getirilmiş ipekten yapılmış iplikleri gererlermiş. Böylece bir anda 8-10 metrelik bir tezgâh haline gelen duvarda ipek dokumaya gelme aşamasına hazırlanırmış. İpek ustaları tarafından o tarihlerde duvarlara çakılan kazıklardan geriye kalan bazı oyukların hala görülebildiği söyleniyor. Gidip bir görmek gerek.
İşin oldukça zahmetli olan bu aşamasında usta ve çıraklar gece geç saatlere kadar tezgâh başında çalışırlarmış. Bu durumdan şikâyetçi oldukları mutlaktır! Ama ne yaparsın? O zamanlar halkın büyük bir kısmı ekmek parasını sadece bu işten kazanabiliyormuş… Antep yöresine ait “Haşıl Türküsü’nde” o zamanki sıkıntılar dile getirilmiş. Siz bu türküyü dinlediniz mi?
Kutnu dokuyan ustalara “kutnu dokumacısı” veya “kutnu ustası” deniliyor. Kumaş tezgâha gelene kadar, incecik ipek ipliğin birkaç aşamadan geçmesi gerekiyor. Bu böyle olunca her aşamanın da bir ustası oluyor. Şöyle ki; çözgücü, boyacı, mezekçi, tarakçı, dokumacı ve ütücü. Saydığım mesleklerin ne olduğunu, ustaların işlerini nasıl yaptıklarını ve önemini imalathanedeyken ayrıca anlatacağım. Ama şimdiden söyleyeyim, bu ustaların yaptıkları işler gerçekten inanılmaz zahmetli, çok sabır ve emek isteyen işler…
Gökkuşağının bütün renkleriyle boyanmış ve dokunmaya hazır incecik ipek iplikler, ustaların tamamen hayal gücüyle parlak ve mat çizgiler halinde yan yana dizilip dokunuyor ve ortaya göz kamaştıran muhteşem kutnu kumaş çıkıyor. Bu işi yapanlar usta ünvanını boşuna almamışlar. Estetik, zarafet ve ihtişam hepsini bir araya toplamak herkesin harcı değil…
Osmanlı döneminde kutnu kumaşın ağırlıklı olarak Suriye’nin Şam, Halep, Hama, Humus şehrinde üretildikten sonra kervanlarla haftalar hatta aylar süren uzun yolculuklardan sonra Anadolu pazarlarına taşındığı söyleniyor. Daha sonraları tüccarlar yine Osmanlı döneminde ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında kutnuyu Gaziantep’ten almaya başlamışlar. Kutnu kumaş en parlak dönemini 19. yüzyılda yaşamaya başlar. O yıllarda kutnu dokumacılığının merkezi artık Gaziantep olmuştur. Bu dönemde Gaziantep’te dört bine yakın dokuma tezgâhı, yetmiş boyahane varmış. Varın artık bu işten ekmek yiyenlerin sayısını siz tahmin edin!
Kutnu kumaşımıza çözgü sayısına göre farklı isimler verilmiş. Peki çözgü neymiş? Şimdi buna bir bakalım. Dokumacılıkta boyuna kullanılan ipliğe çözgü, enine kullanılana da atkı deniliyor. Kutnuda çözgümüz saç kılından bile daha ince olan ipek iplik, atkıda ise pamuk ipliğidir. Kutnuda dört bin, alacada üç bin, meydaniyede iki bin çözgü bulunuyor. Çözgü sayısından anlaşıldığı gibi en sıkı şekilde dokunan cins kutnu. Kutnu kumaşın genellikle 50-60 santimetre eninde dokunduğunu düşündüğümüzde, “bu kadar çok sayıda tel iplik nasıl yan yana getirilebilir Yarabbim!” diye şaşırmadan edemiyorum. Vallahi başım döndü, daha anlatacak o kadar çok şey var ki! Ama artık burada duralım. Daha çok işimiz var.
Günlük güneşlik bir pazar günü Kasım Usta söz verdiği gibi sabahın erken saatlerinde beni kaldığım otelden aldı. Candan bir merhabayla birbirimize günaydın diyerek, kutnu kumaşın dokuma öncesi ve esnasındaki aşamaları görmek üzere hedefe doğru yürümeye başladık. Çok erken olmasına rağmen hava bayağı sıcak. Eee burası Gaziantep, yaz aylarında güneş burada neredeyse on iki saat gökyüzünde asılı kalır, köşe kapmaca oynarcasına insana gölge yerler aratır.
İlk durağımız çözgücü: Sıkı adımlarla ve arada bir derin nefes alarak on dakika içinde Gaziantep’in tarihi Pişirici Kasteli’nin olduğu sokağa geldik. Bir zamanlar çok görkemli olan iki katlı eski bir Gaziantep evinin geniş avlusunda çözgücü ustası Hüsamettin Arıcı ile karşılaştık. Bizi saygıyla karşıladı, selamlaştık. Biraz hoşsohbetten sonra hemen avludaki kocaman koliler içinde bulunan ve Bursa’dan geldiğini öğrendiğim pırıl pırıl parlayan floş sarılı makaraları gösterdi. Hemen ardından merdivenlerden çıkarak evin birinci katında bulunan çözgü odasına adım attık.
Odanın tam ortasına yerleştirilen ve yöresel adı “devere” olan devasa çözgü dolabı, neredeyse tabandan tavana kadar bütün odayı kaplamış vaziyetteydi. Dört kanatlı olan deverenin yüksekliği 2.20 metre ve kanatlardan her biri 1.80 metre genişliğinde. Yani deverenin çevresi 7.20 metre. Burada sarılan çileler kumaşımızın boyunu ve enini belirlemek üzere hesaplanıyor. Odanın bir köşesinde yerde sıralanmış onlarca ipek sarılı makaranın altına kum serili olması bende merak uyandırdı. İpek sarılı makaralar kumun üzerine konmazsa, makaralara sarılı olan çok ince ipek iplik kendini yere salarmış. Aman Allahım bu kadar basit önlemlerle işler nasıl kolaylaştırılabiliyor? Ancak bunları da bilmek gerek!
Makaralardan tel tel çekilerek birleştirilen yüz tel iplik, deverenin kanatları üzerinde çift sıra halinde bulunan delikler ve bu deliklere geçirilen çivilerin üstüne sarılıyor. Bu arada dolap döndürülüyor ve böylece boyanmaya hazır çileler oluşuyor. Ardından da dolaptan çıkarılarak bağlanan çilelere de “şenk” deniliyor. Anlatması bile gerçekten oldukça zor. Olup biteni yerinde izlemek en güzeli. Yine de gözünüzde daha iyi canlandırabilmeniz için yazıya ekleyeceğim resimlerden biri devere olacak.
Hüsamettin Arıcı bu çözgü işini tam otuz dokuz yıldır yapıyor. Dile kolay doğrusu. Sanırım o artık bu işi gözleri kapalı bile yapabiliyordur. Hele hele yanı başımızda duran on yedi yaşındaki oğlu Rıdvan bu meslekle daha çocukken içli dışlı olmuş. İşte babadan oğula diye buna deniyor! Kolay gelsin dedik, teşekkür ederek yanlarından ayrıldık.
Şimdi ver elini imalathane. Yılların kutnu ustası Hüseyin Mekikçi orada bizi bekliyor. Günümüzde Gaziantep’te bu imalathanelerden kala kala dört tane kalmış olması çok üzücü. Umarım kutnu kumaş layık olduğu yere yeniden kavuşur, değerli ustalar yetişir ve bu işle uğraşan herkes emeğinin karşılığını alır.
İmalathane, Şehreküstü Mahallesi’nde, Gaziantepliler’in “sanayi” dedikleri Ünaldı mevkiinde. Yakıcı güneşin altında yine yürüyerek bana çok uzun gelen bir zaman sonra hedefe ulaştık. Çok çeşitli üretim atölyelerinin olduğu bir yer burası. Günlerden pazar olması dolayısıyla etrafta olası canlılık yok. Nihayet binanın içinde loş aydınlatılmış dik merdivenlerden inerek oldukça yüksek tavanlı imalathaneye adım attık. Bende heyecan had safhada. Şimdiye kadar hiç görmediğim bir mekândayım. Hüseyin Mekikçi ve oğlu Yusuf Usta tarafından sevgiyle karşılandık. Burası rengârenk boyanarak kurumaya bırakılmış veya dokuma aşamalarına alınmayı bekleyen çok sayıda ipek çileler ve birkaçını ilk defa gördüğüm alet ve edevatla dolu. Anlayacağınız, burada kutnu kumaş dokumacılığıyla ilgili hemen her şey var.
Atölyenin bir köşesinde kocaman boya kazanı, diğer köşesinde dokuma tezgâhı duruyor. Altmış üç yaşındaki Hüseyin Usta bu mesleği babasından öğrenmiş, oğlu Yusuf Usta da kendisinden. Kendilerini bildi bileli kutnuculuğun içindeler ve bu meslek Mekikçi Ailesi’nin adeta iliklerine, kanlarına işlemiş. Çözümleme aşamasından gelen ipek çileleri buradaki bakır kazanlarda boyanıyor. Hüseyin Ustam “Kutnuyu, kutnu yapan renkleridir” diye söze başladı ve “Kutnuya canlı renkleri veren şey kök boyalardır” diyerek sözünü tamamladı. Daha ucuz ve bir o kadar da kalitesiz boyama tekniklerinin geliştirilmesi nedeniyle kök boya kullanımı günümüzde neredeyse yok olmak üzere. Belli ölçülerde boya ve su, altında ocak yanan devasa bakır kazanlarda 100 dereceye kadar ısıtılıyor. Bakır olmayan kazanlarda boyanan ipek kazana yapışırmış. Yani illa ki bakır kazan gerekli…
Boyamaya açık renklerden başlanıp daha koyu renklerle devam ediliyor. İki-üç çile boya kazanına daldırılıyor, bu iş için özel olarak tasarlanan ceviz ya da gürgen ağacından yapılan tahta sopalarla çevrilerek 15 dakika boyunca boya içerisinde tutuluyor. İki usta, birbirlerini karşılıklı görecek şekilde kazanı ortalarına alıp, ellerindeki sopalar yardımıyla boyanan ipek çilelerini sıktıktan sonra kazandan çıkarıp atölyedeki sırıkların üzerine asıp kurumaya bırakıyorlar. Kuruma süresi mevsimine göre değişiyor, yaz günlerinde iki saat bile yeterli olurken, kış günlerinde neredeyse iki gün beklemek gerekiyor. Bu arada kumaş üzerinde farklı motifler kullanılmak istendiğinde, çileler belli yerlerinden pamuk ipliğiyle üç-beş parmak eninde sıkıca bağlanıyor. Böylelikle boyama aşamasında bağlanan yerler başka renk almamış şekilde yani beyaz kalarak kazandan çıkıyor.
Boyama aşaması devam ederken ocaktaki çayımız demini aldı bile. Ustaları bilemem ancak gördüklerim beni gerçekten çok yordu. Bir iki bardak çay şerbet gibi gelir bu yorgunluğun üstüne… Ama Gaziantep’in bağrından çıkan üç büyük ustadan bu işlemleri görerek öğrenmek beni inanılmaz mutlu etti ve bu yorgunluğa değdi doğrusu. Hüseyin Usta’nın dört çocuğundan biri olan Yusuf Usta 1971 doğumlu, SODES’in KAMER Vakfı’yla ortaklaşa gerçekleştirdiği kutnu kumaş öğreticiliği projesinde öğretmenlik yapmış, kutnuculuk konusunda atalarından edindiği bilgi ve engin tecrübeleri onlarca kadın kursiyerlere büyük bir hevesle aktarmış.
Evet, sıra geldi “mezekleme” aşamasına. Boyadan çıkan ipek yumuşak olduğu için dokuması zor olurmuş. Çilelerin dokuma kıvamına gelmesi için belli ölçülerde kayısı ağacı reçinesi ve su karıştırılıyor. Elde edilen sıvıya çilelerimiz daldırılıyor ve böylece “haşıllama” denilen terbiye olayı gerçekleşiyor. Çileler daha sonra çıkarılıp sıkıldıktan sonra hafif nemli kalana kadar kurumaya bırakılıyor. Kayısı ağacı reçinesinin diğer bir özelliği de ipliğe parlaklık kazandırmasıymış.
Geldik “tertipleme” aşamasına. Bu aşamada hafif kuruyan çileler, aralarında 20 metre mesafe bulunan ve duvara çakılan 50 santimetre uzunluğundaki iki çubuk arasına gergin bir şekilde serilerek kurumaları sağlanıyor. Gerdirilen iplikler elle taranarak düzeltiliyor, varsa karışıklık veya düğümler açılıyor. Ardından “milef” denilen tahta sopalara kavuk şeklinde sarılıyor. Bu işlem sonucunda elde edilen kavuklara Gaziantep’te “şak” deniliyor. Şaklardaki ipek iplik, sarma makinesinin yardımıyla makaralara geçirilip dokuma tezgâhındaki yerine asılıyor. Sarma işlemi bir zamanlar çıkrıklarda çıraklara yaptırılırmış. İmalathanedeki tezgâh “Bursalı kara tezgâh.” Antep’te artık eski tip tezgâhlar kalmamış ki! Kalan son tezgâhlardan biri de günümüzde Gaziantep Medusa Cam Eserleri Müzesi’nde sergileniyor.
Şimdi sıra geldi dokuma işlemine: Bunca zahmetli aşamalardan sonra çözgü ipliğimiz nihayet dokunmaya hazır hale geldi. Çözgü ipliğinin, dokunacak kumaşın desenine göre “gücü” denilen düzenek ve taraktan geçirilip tezgâha çekilmesi işlemine “taharlama” deniyor. Bu işlem esnasında ustalar tamamen kendi hayal güçlerini kullanıp zevkle seçtikleri ve üç sarı, beş yeşil, iki siyah, bir beyaz, dört kırmızı gibi farklı renkteki iplikleri yan yana getirerek kumaşın desenini belirliyorlar. Masuralara sarılı pamuktan atkı ipliğini de mekiklere yerleştirdikten sonra kutnu kumaş artık dokunmaya hazır hale gelmiştir. Gücüler sayesinde çözgü iplerinin arası açılır ve aradan geçen atkı ipliği tarak tarafından tefelenir yani kumaşa sıkıştırılır. Böylece bitmek bilmeyen bir ritimle maharetli eller tarafından kutnu kumaş dokunmaya başlanıyor. Kutnu kumaşımızın dokumasını bitirdik!
Geldik son aşama olan ütülemeye: Dokunması bitmiş metrelerce kumaş suya batırılmış çalı süpürgesiyle nemlendirilip katlanarak ütüye (cendere) gönderilir. Kutnu kumaşımız birbirine yapışık gibi görülen ve aksi istikametlerde hareket eden iki sıcak silindir arasından geçirilir. Ardından 1 metre eninde katlanarak top kumaş haline getirilir. Artık gökkuşağının bütün renkleriyle dokunmuş kutnu kumaşımız gözlerimizi, gönüllerimizi okşayan güzel ve bir o kadar canlı görünüşüyle raflardaki yerini almaya hazırdır…
İmalathanede geçirdiğim saatler artık sona erdi. Başım döndü dersem yalan olmaz ama çok şey öğrendim. Sevgili ustalarımla vedalaşıp yazımı kaleme almak üzere yanlarından ayrıldım. Hepsine can-ı gönülden sonsuz teşekkürler. Var olsunlar…
Kutnuculuk geniş kapsamlı ve çok detaylı bir konu. Rengârenk ve ilmek ilmek zahmetlerle dokunan Gaziantepli kutnu kumaşımızın serüveni burada sona ermesin lütfen! Onu yaşayalım ve yaşatalım. Yoksa bu yüzlerce yıllık kültür mirasımıza çok yazık ve ayıp olur! Sahip çıkalım…
Şal olsun, minder olsun, yelek olsun, etek olsun, pantolon olsun ama yeter ki kutnu kumaştan da olsun!
Kaynakça: www.ipekyolununustalari.org – www.gaziantepkulturturizm.gov.tr