Merhaba Sevgili Okurlar,
Kara kış bir geldi pir geldi… Haftalardır neredeyse karla oturup karla kalkar olduk. Yaşamın olumsuz etkilendiği şu günlere hazırlıksız mı yakalandık dersiniz? Kış işte! Her sene ölçüsünü bilemeyeceğimiz bir şekilde kendini gösteriyor ve bundan sonra da öyle olacak! Bu mevsimin doğayı bahara hazırlamak gibi bir görevi de olduğunu unutmayalım ve şu aralar sık sık duyduğumuz “kar kâbusu” ya da “beyaz afet” terimlerini pozitif anlamda yorumlayalım. Biz tedbirimizi alalım da varsın kar yağmaya devam etsin… Unutmayalım ki dışarıda aç, açıkta kalmış insanlarımız da var. Yardım elimizi onlardan ve doğadaki yardıma muhtaç diğer canlılardan esirgemeyelim! Kara kışın ortasında ruha dinginlik veren kar manzaralarının tadına ancak böyle varırız…
Gelelim karla gelen eğlenceye; kartopu oynamak, kızak kaymak, kardan adam yapmak, karda tavşan yürüyüşü yapmak, karlar üzerine uzanıp kalktıktan sonra vücudumuzun karlar üzerinde bıraktığı kaba hatlarımıza bakıp kendimizle dalga geçmek hangimizin hoşuna gitmez ki? Haydi, o zaman yediden yetmişe zaman yaratalım, sıkıca giyinip bir an önce dışarı çıkalım, biraz üşüyelim. Yanaklarımız karın temizlediği havada kızarsın. Parmaklarımız kartoplarının soğukluğundan karıncalansın. Daha sonra evimizde ya da dışarıda ince belli bardaktan içeceğimiz ve ikram edeceğimiz çayı düşünün. İçimiz ısınsın, çok iyi gelecektir!
Kim bilir önümüzdeki yıllarda kış mevsimi bahar belki de yaz havasında geçer. Kara hasret kalırız. Bu güzel yaşanabilecekleri ertelemeyin sakın...
Geçenlerde şehrin yerel gazetelerinden birini okudum. “Konya Ovası'nın düzayak şehri de kardan nasibini alınca, halkın ver elini Alaaddin Tepesi” dediğini öğrendim. Ellerine naylon torbaları, annelerinin plastik leğenlerini geçiren gençler, şehrin biricik tepesinde şen şakrak kayıp, doyasıya kartopu oynamışlar. Düşe kalka doğanın onlara sunduğu bedava eğlencelerin tadını çıkarmışlar. Gençler keyifle karda eğlenirken, aileler de çocuklarının bu coşkularına, mutluluklarına ortak olmuşlar.
Hazır lafı buraya kadar getirmişken, hoşgörü şehri Konya'yı gezmeye gidelim. Buram buram tarih, hoşgörü ve kültür kokan bu güzel kenti gezmeye, şehrin tek yükseltisi olan Alaaddin Tepesi'nden başlayalım. Nereden nereye değil mi? Kar gündeminden Konya'nın Alaaddin Tepesi'ne yolculuk başladı bile. Gidelim ve bir bakalım, orada dağarcığımıza neler neler katacağız. Haydi, merakınız bol olsun…
KONYA
Aralık ayı ortalarına doğru Konya'da hava inanılmaz güzel. Sıkı bir kahvaltıdan sonra şehrin tam göbeğinde bulunan konukevinden ayrıldım. Güneş tepede ama buna rağmen bir soğuk bir soğuk ki anlatamam. Zangır zangır titremeye başladım bile. Buraya gelirken bozkırın soğuğunu hiç de hesaba katmamışım doğrusu. Bu gidişle Konya'da kalın giysiler almak gerekecek. Donmaya hiç niyetim yok doğrusu. Sizin de yolunuz kışın Konya’ya düşecekse, hazırlıklı olun derim…
Fırsat bulur ve ilgi duyarsanız bir ara “Bozkırın Buram Buram Tarih Kokan Kadim Kenti Konya” başlıklı yazıma bir göz atın. Konya’ya dair diğer bilgileri bu yazıyı tamamlayıcı olarak oradan okuyun derim…
Konya Valiliği'ni merkez alarak tepeye yürüyerek gidilirse, mesafe benim adımlarımla on dakika uzaklıkta. Zaten tepe de buradan rahatlıkla görülebiliyor. Dedik ya Konya düzayak ve başka tepesi de yok…
Şimdi buraya bir nokta koyalım ve dakikalardır gözümü alamadığım görkemli yapı “Vilayet Konağı” hakkında öğrendiklerimi kısaca size aktarayım. Hükümet Binası ismiyle de anılan bu yapı Konya'nın Cumhuriyet öncesi Valilerinden Said Paşa Dönemi’nde (1885-1886) Konya dış kale duvarlarının muntazam taşları kullanılarak yapılmış.
Ee burayı yakından görmeden olmaz dedim ve güvenlik kontrolünden geçtikten sonra da içeriyi dolaşmaya başladım. Dikdörtgen planlı olan bina, üç katlı ve ortası açık avlulu. Zamanla zeminde yapılan dolgularla yol seviyesinden aşağıya indirilmiş. Dört cephesinden de binaya giriş bulunuyor. Hükümet Meydanı olarak bilinen alana bakan ana giriş kapısının üstünde, dört sütun üzerinde yükselen bir çıkıntısı var. İkinci katta 28, üçüncü katta 30 oda bulunuyor. Ayrıca bir de mescidi var. Zemin kattan açılan kapıdan avlusuna da çıktım. Onlarca pencerenin ve birkaç kapının açıldığı avlu, içinde bulunduğumuz kış mevsimine rağmen hâlâ yemyeşil. Pek hoşuma gitti doğrusu. Bir zamanlar meydanda güzel bir şadırvan varmış. Şimdilerde yok. Keşke yerinde kalabilseydi! Kim bilir ne güzel bir hava katardı buraya ve şırıl şırıl sesiyle ruhları nasıl da okşardı. Belki de su donar akamazdı, bu soğuk dondurur vallahi…
Yolcu yolunda gerek diyelim ve yolumuza devam edelim. Üzerinde yürüdüğüm geniş Mevlana Caddesi'nde sakince yürüyen insanlar ve akıcı bir trafik var. İnanın “dünya varmış” dedirttiren, gürültünün ve huzursuzluğun hissedilmediği bir caddede yürüyorum şimdi. Elimdeki şehir planına göre sağ tarafımda kalan Şerafettin Cami ve hemen aynı paraleldeki caddenin öbür tarafında bulunan İplikçi Cami dikkatimi çekti. Ama önce “Alaaddin Tepesi” deyip yoluma devam ettim. Nasıl olsa birkaç gün daha burada olmanın rahatlığı var içimde, sıra onlara da gelecek…
Nihayet Alaaddin Tepesi tramvay durağındayım ve önümden yolcularını almış kulağa hoş gelen sesler çıkartan bir tramvay geçiyor. Bu arada aklıma gelmişken Konya'nın ilklerinden birine göz atalım. Konya’ya 1917 yılında Selanik'ten atlı tramvaylar getirilip işletmeye konulmuş. Demek ki taa o zamanlar Konya'da toplu taşımacılığa önem verilmiş. Sonra 1980'li yıllarda elektrikli tramvay hizmete girmiş. 1992 yılından itibaren de şehir, baştan başa hafif raylı sistemle donatılmış. Böylece Konya ilimizde ulaşım rahatlamış. Tramvay durağının yanı sıra, otobüs durakları da yol kenarına bir bir sıralanmış. Eee maşallah, yolcudan yana burada hiçbir sıkıntı yok. Duraklar ana baba günü vallahi! Konya’da yaşasam hiç özel araç kullanmazdım doğrusu. Burada toplu taşıma araçlarıyla ulaşılamayacak yer yok! Bu örnek bir belediyecilik anlayışını kutlamak gerek. Dikkat çekici bir uygulama da caddelerde bir şeridin bisiklet sürücülerine ayrılmış olması. Ara ara gözüme bisiklet kiralayanlar da ilişiyor. Kirala, kullan ve sonra getir yerine bırak…
ALAADDİN TEPESİ
Trafik ışıklarından karşı kaldırıma geçip bir çırpıda 27 basamak çıkarak, Alaaddin Tepesi'ne ayak bastım. Mevlana Caddesi tarafından çıktığım tepecikte ilk dikkatimi çeken İstiklal Savaşı Şehitleri anısına yaptırılmış “Şehitler Anıtı” oldu. Anıt Gödene ve Sille'den getirilen yöreye özgü kesme taşlardan yapılmış. Dikdörtgen şekilli bir kaidenin üstünde beş sütunla bütünleşen tasarım 1936 yılında yerine oturtulmuş. Ön ve arka tarafında bulunan levhada ise “Türk çocuğu! Senin ve yurdun için can veren ulu şehitlerini unutma” yazıyor. Konyalılar Türkiye'nin her köşesinde olduğu gibi şehitlerine karşı vefalarını göstermişler.
Artık tepe üzerinde dolaşmaya devam edebiliriz. Konya'nın biricik tepesi halk diline yerleşmiş efsanelerde anlatıldığı gibi sadece yığma değil ama oldukça yaşlı bir höyük. Türk Tarih Kurumu uzmanları buraya gelerek arkeolojik kazılara başlamışlar. Tepede bulunanlar değerlendirildikten sonra bu gün biliniyor ki burada ilk yerleşim M.Ö. 3000 yıllarında erken tunç çağında başlamış.
Yüksekliği 20 metre olan Tepe, sırayla Hititler, Frigler, Lidyalılar, Eski Yunanlılar, Bizans, Roma, Selçuklu ve Osmanlılar için yerleşim yeri olmuş. Yolumuza devam etmeden önce 350 metre genişliğinde ve 450 metre uzunluğunda olan bu yükseltinin halk diline yerleşmiş söylentisine bir bakalım: Selçuklu Dönemi’nde başkent olan Konya'da Sultan Alaaddin bir cami yaptırmak ister. Caminin de şehrin ortasında oluşturulacak bir tepe üstüne yapılması kararlaştırılır. Peki, bu nasıl olacaktır? Hemen bir toprak vergisi uygulamasına geçilir. Konya'da herkes payına düşen toprağı çuval çuval getirir ve tepe için uygun görülen yere yığar. Bu şekilde de Alaaddin Tepesi oluşur. El ele verilince yapılamayacak hiçbir şey yok değil mi?
Valla ne diyeyim! Ben çok üşüyorum. Şöyle titremeden dolaşmak için yanlış mevsim seçmişim. Hiç abartmadan söylüyorum. Son gücümü toplayıp, anıtı arkama alıp karşımda uzayıp giden Mevlana Caddesi'ne şöyle bir göz attım. Uzaktan Mevlana Müzesi'nin yeşil kubbesi, Selimiye ve Aziziye Camisinin gökyüzüne uzanan ince minareleri görülüyor. Sivrilen minarelerin sanki yanı başında gibi yükselen Yeşil Türbe çok hoş gözüküyor. Acilen kendimi anıtın arka tarafında olan Şehitler Çay Bahçesi’ne attım. Atmasına attım da, burası da hâlâ buz gibi. Bir-iki sevgili el ele, diz dize çay bahçesinde oturuyorlar. Aşk bu, insanı ayaza rağmen çay bahçesinde bile oturtuyor... Çaycı çocuğa rica edip onunla beraber çay ocağına girdim. Dünya varmış, içerisi sıcacık. Hemen sobanın kenarına iliştim ve arada bir de ellerimi sobaya doğru uzattım. Bu arada kendimi külkedisi gibi de hissettiğimi belirtmeden geçemeyeceğim. Çay bahçesini işletenlerle sıcak bir ortamda çok hoş bir sohbete giriştik bile…
Uzun yıllar önce Erzurum'dan Konya'ya göç etmişler. Konya'da yaşam koşullarının çok rahat olduğunu ve gül gibi de geçinip gittiklerini anlattılar. Şu sıralar işler mevsim dolayısıyla biraz durgunmuş. Ama bahar ve yaz mevsimleri geldiğinde tarihi tepede iğne atsan yere düşmez, çay bahçeleri de dolar taşarmış. Ayrıca biraz yukarıda olan Alaaddin Cami görmeye ve ibadet etmeye gelenlerin de uğrak yeriymiş. Tam beş bardak çay içtim, çok da keyifliydi doğrusu. İyice ısınıp çayların ücretini de ödedikten sonra vedalaşıp tepenin günümüze kadar gelen en önemli yapısı Alaaddin Cami’sine doğru yürümek üzere yola çıktım.
İlk bakışta tepe üzerinde sayısız ağaçlar gördüm. Çam ağaçları çoğunluktaydı. Yürüyüş yolları ve banklar belli aralıklarla yerleştirilmiş. Bizim tepecik çöp kutuları, çiçek tarhları ve büfeleriyle bir mesire yeri konumunda. Yani çok davetkâr ve gelinesi bir yer. Güzel havalarda Konyalılar burada piknik yapmayı pek severlermiş. Bu kadarla da bitmiyor. Üzerinde büyük bir su deposu, düğün-konferans salonu ve çeşmeler var. Konya'da yaşamın ilk başladığı yer niteliğini taşıyan bu tepenin yakın çevresi de tarihi eserlerle dolu.
Ayrıca bizim tepe, çepeçevre 1250 metre uzunluğuyla dünyanın en büyük döner kavşağı olan Alaaddin Kavşağı'nı oluşturuyor.
ALAADDİN CAMİİ
Biraz öncesine kadar uzaktan gördüğüm Anadolu Selçuklu yapı sanatının fevkalade bir eseri olan tek minareli Alaaddin Cami şu anda bütün güzelliğiyle karşımda. Konya'nın en eski ve en büyük camisi olan bu yapının inşasına Selçuklu Sultanı Birinci Rükneddin Mesut zamanında başlanılmış. Yüzyılı aşkın bir süre içinde yapımına devam edilmiş ve İslam mimarisi yapı tarzında inşa edilerek Birinci Sultan Alaaddin Keykubad döneminde (1221) tamamlanmış.
Önünde durup giriş kapısını biraz seyrettikten sonra ayakkabılarımı çıkarıp içeri giriyorum. Zemin inanılmaz soğuk. Hazırlıksız yakalanınca böyle olur diye de kendimle kavga etmeye başladım... Ta ki gözüme ilişen 41 adet taş ve mermer sütunları görene kadar! Ağzım açık kaldı dersem doğrudur... Sanki bir sütun cennetindeyim. Sütunlar eski Yunan, Roma ve Bizans Dönemleri’ne aitmiş. Ayrıca Selçuklu ahşap işlemeciliğinin en güzel örneklerinden biri olan caminin minberi çivi kullanılmadan birbirine geçme olarak abanoz ağacından,”kündekâri” tekniğiyle el emeği, göz nuru dökülerek yapılmış. Bu şahane minber, Ahlatlı Mengum Berti tarafından inanılmaz bir yaratıcılık ve estetikle 1155 yılında yapılmış. 3 binden fazla parçanın tek tek nakış gibi işlenerek bütünleştiği bu muhteşem sanat eserinin yapımı da tam 40 yıl sürmüş. Çinilerle süslenmiş mihrap bir başka güzel. Burada her şey göz kamaştırıcı! Bu nasıl bir ruh Yarabbi! İnsan isteyince neler yapabiliyor, buna bir kez daha şahit oldum şimdi.
Zaman zaman onarım gören caminin kubbesi yok. Yani düz çatı. Ayakkabılarımı elime alıp, cami içinden avluya açılan kapıdan çıktığımda, üstü kapalı bir su sarnıcı ve tabii türbelerle karşılaştım. Birinci Alaaddin Keykubat, Birinci Sultan Mesut, İkinci Kılıçarslan, Dördüncü Kılıçarslan, İkinci Rükneddin Süleyman, Birinci Gıyaseddin Keyhüsrev, İkinci Gıyaseddin Keyhüsrev ve Üçüncü Gıyaseddin Keyhüsrev fevkalade taş işlemeleriyle süslü türbeler içinde burada yatıyorlar. Duvarlarda kitabeler de var. Caminin etrafında biraz dolaşıp, hayranlıkla Selçuklu taş işleme sanatının en güzel örnekleriyle bezenmiş kapı ve duvarlara bakıp bir iki fotoğraf çektikten sonra biraz aşağıda kalan bir zamanlar üstü beton şemsiyeli Selçuklu Köşkü’ne doğru (Kılıçarslan Köşkü) yola koyuldum. Bir iki adım attıktan sonra karşıma 1908 yılında Konya Valisi Ferit Paşa tarafından yaptırılan çeşmeyi de gördükten sonra ver elini Selçuklu Köşkü…
SELÇUKLU KÖŞKÜ
Alaaddin Tepesi’nin eteğinde Üçüncü Kılıçarslan’a ait olduğu bilinen köşk, Alaaddin Keykubad Dönemi’nde genişletilmiş, tadilat görmüş. Kare planlı olup, harç ve tuğlalarla iki kat olarak inşa edilmiş. Bir zamanlar iç ve dış duvarları çinilerle süslenmiş olan bu köşkün, eski görkeminden hiç eser kalmamış. Ne yazık ki sadece bir duvar parçası ayakta duruyor. Zaten o sıralar üzerinde çalışmalar yapılıyordu, daha fazlasını da göremedim. Duvar çinilerinden günümüze kadar gelebilenler Konya Arkeoloji Müzesi’nde sergileniyormuş.
Geldik bir gezinin daha sonuna. Burada üşümeden dolaşmak daha güzel olur diye düşünüyorum. Bahar veya yaz aylarında Konya’ya yine gelmek çok keyifli olacaktır. Ama şimdi acilen sıcak bir tas çorbayı hiçbir şeye değişmem.
Tepeye çıktığım yönün tam aksi istikametinden Zafer Meydanı’na indim. Günler de iyice kısaldı. Saat daha 16:00 bile olmadı ama akşam karanlığı Konya’nın üstüne çoktan indi. Şehrin ışıkları da yavaş yavaş yanmaya başladı. Karşıma ilk çıkan davetkâr bir lokantaya girdim ve Konya'ya özgü bamya çorbasından iki kâse doya doya içtim. Tavsiye ederim siz de mutlaka Konya usulü BAMYA ÇORBASI içmeye gidin veya kendiniz pişirin. Tarifini yemek kitaplarından bulmak beş dakikanızı bile almaz. Bağımlılık yaratacağına kalıbımı basarım, çoook lezzetli. Ardından içtiğim çayla da kendimi daha iyi hissetmeye başladım. Tıklım tıklım dolu olan lokantanın içini biraz gözlemledim ve ardından da yola koyuldum. Önüme çıkan ilk mağazadan sırtımı sıcak tutacak iki kazak aldım. Hatta birini hemen sırtıma giydim. Şimdi ver elini Konukevi.
Hayat biter, serüvenler bitmezmiş. Yarın yeni bir gün başlayacak ve bakalım Bozkırın Kadim Hoşgörü Kenti Konya, bana kendinden daha başka neler gösterecek…
Mart ayında tekrar buluşmak üzere, sağlık ve huzurla kalın. O zamana kadar ve her zaman güzel günler sizin, doğanın bereketi de üstünüze olsun…
Kaynak: Konya Valiliği İl Kültür Turizm Müdürlüğü tarafından hazırlanan tanıtım kitapları, Konya Büyükşehir Belediyesi web sayfası.